Özgür Denizli

Umutsuzluktan Umuda, Marina Abramović’in Gözleri – Sefer Mavigöl*

Bir davranışın, duygunun ve düşüncenin anormal mi yoksa normal mi olduğunu söylemek her zaman zordur ve bir tartışma konusudur. Bununla beraber kriterlerin kimler tarafından ortaya konduğu da (ki genelde egemen güç tarafından belirlenir) önemlidir. Zamana göre de değişiklikler gösterebilir, yani dünün anormali bugün normal, normali anormal görülebilir. Ayrıca bireyler için kullanılan bazı kriterleri toplumlar, gruplar ve kurumlar için de kullanabiliriz. Örneğin, her şeyi bir tehdit olarak algılayarak Ortadoğu’ya “demokrasi bombaları” yağdıran ABD için “anti sosyal kurumsal yapılanma” denemez mi? Tanrı tarafından seçilmiş olduğunu düşünen ve Kenan topraklarını vaat edilmiş yerler olarak gören bir grup için “narsistik grup semptomları” aramak çok mu garip düşer? Hatta psikotik özellikler taşıdığı söylenemez mi? Suudi Arabistan’dan petrolü daha ucuza bağlamak ve sermaye karşılığında kendi basın organlarında Arap şeyhlere methiyeler dizdiren ülkelere, “bağımlı dış ticaret bozukluğu” demek, davranış örüntülerinin tarifine uymuyor mu? Ya da çıkarı için her gün farklı bir ortakla temas kurup “dün göklere çıkardığını bugün yerin dibine sokan” (bir tanı kriteridir) bir firma için neden “borderline şirket yapılanması” denmesin? Dünya barışının herkese refah, huzur ve mutluluk getireceğini bildiği ve bu tarafta durduğunu söylediği halde, bazı insanlar, günün sonunda niçin türlü gerekçelere yaslanıp, ağır yıkımlar getiren savaştan yana tavır koyar? Burada  “seçici anlıksal bozukluk” diye bir tanı uydursak cuk diye yerine oturmaz mı? Kısacası bazı bireylerde psikopatolojik örüntüler olduğu gibi toplumların, kurumların ve grupların da bazı davranışlarında psikopatolojik durumlar görülebilir.

Bu kısa girişten sonra biraz ‘beyin’den bahsetmek istiyorum. Beyin bölümlerinin işlevleri referans alındığında, sınırları ve bağlantıları tanımlamak her zaman zordur. Çünkü çok karmaşık ve iç içe geçmiş bir yapıya sahiptir. Yine de olanı biteni anlamak adına bazen sade tanımlara başvurmak gerekir. İnsan beyni üç katmandan oluşur: Düşünen beyin (insanı insan yapan bölüm, özellikle Prefrontal kortex), duygusal beyin ve sürüngen beyin. Tehlike anında mantıklı düşünecek zaman yoktur. Hızlı hareket etmek ve tehlikeye hemen cevap vermek gerekir. Yani tehlike anında (deprem, sel, trafik kazası, cinsel saldırı, silahlı saldırı vb.) sürüngen beyin, düşünen beyni baskılayarak sizi hayatta tutmaya çalışır.

Sürüngen beyin tehlike karşısında üç temel reaksiyon verir. “Kaç, savaş, don!” Hepsi de duruma göre gerekli tepkilerdir. Donma tepkisi hiçbir şey yapmamak olarak açıklanabilir ve diğer iki tepkiye oranla daha ilkeldir. Donma halinde düşünceler, duygular tamamen kapanır ve hiçbir şey hissedilmez. Bir nesne gibi, cansız bir şekilde davranılır. Tehlikenin karşısında savaşacak gücünüz ya da kaçacak durumunuz yoksa donma tepkisi bazen kaçınılmaz olur. Bu tepkiler daha çok bilinçaltımızla ilgilidir, fakat bazen bilinçli de verilebilir. Tehlike geçtikten sonra ise düşünen beynin yeniden aktif hale dönmesine iyileşme denir.

Bugün toplumumuzda ve dünyada yaşanan olaylar karşısında en çok kullandığımız tepkiyi, bilinçli olarak, “toplumsal donma” ve sonrasında “toplumsal kaçma” olarak değerlendirebiliriz. Küresel ısınmaya, Ortadoğu’daki acımasız savaşa, açlığa, yokluğa, sömürüye, cinsel istismara, cinsel eşitsizliğe, hak gasplarına, çevremizin ve doğanın talan edilmesine, hayvanlara yapılan işkenceye ve daha birçok şeye “toplumsal donma” tepkisi veriyoruz. Yani düşünce ve duygularımızı kapatıyoruz. Bu coğrafyadan umudunu kesenler ise “toplumsal kaçış” tepkisiyle Batı’ya doğru yüzlerini çeviriyorlar. Batı ise vatanlarını, evlerini, sevdiklerini bırakıp gelenlere -kovboylardan alıntı yapmak gerekirse- “vahşi batı” yüzünü göstererek “toplumsal savaşını” mağdur olan göçmenlere karşı veriyor. Yani, kendi yarattıkları paylaşım savaşının sonuçlarıyla da savaşıyorlar.

Bu tepkilerin tamamını da bilmediğimizden değil, bilakis bilerek, isteyerek ve seçerek veriyoruz. Bugün kim dünyada olup bitenden haberdar olmadığını söyleyebilir? “Ama tepkiler veriyoruz.” diyerek itiraz edenler olabilir (Sosyal medyada kınamak, haber altlarına yorum yapmak, beğen-beğenme butonlarına basmak vb.). Oysa bunlar sanal tepkilerdir. Sanal tepkiler verip sıradaki olayı beklemek, bizde, bir nebze de olsa “ben duyarsız değilim” hissiyatı yaratıp, gerçek tepkiler vermemize engel oluyor. Sanal tepkilerimiz, aslında bizi toplumsal donma tepkisi verenlerle aynı kefeye koyuyor. Neredeyse her hafta değişen gündemin ve olayların hızından sersemlemiş durumdayız. Dün çocuk istismarına öfkeliydik, bugün doların yükselişi için kaygılıyız. Kim bilir yarın neye karşı, hangi duygu durumu içinde olacağız?

Bu kısır döngüden çıkmanın yollarından biri de; insanın, insanı insan yapan özelliklerine geri dönmesidir. Yani düşünen beyni, hızlı bir şekilde harekete geçirerek irade kazandırıp itiraz edebilmesidir. Pasif donma tepkisinden çıkarak aktif mücadelede yer almasıdır. Umutsuzluğu umuda çeviren işte bu iradi müdahaledir. Her şeyi değiştirmek ve kazanmak için değil, umudu yeniden yeşertmek için. En azından iyileşebilmek için.

Bu anlamda çarpıcı bir örnekten yararlanıp yazıyı sonlandıracağım.

Marina Abramović, 30 Kasım 1946 doğumlu Sırp asıllı ünlü bir performans sanatçısıdır. “Vücut sanatı” adı verilen akımın önemli isimlerindendir. Fakat ünü ve önemi, ne ilginç geçmişinden ne de göstermiş olduğu fiziksel ve zihinsel açıdan epey bir zorlayıcı olan performanslarından geliyor.

“Rhythm 0” işte onu asıl üne kavuşturan, kendisi için de izleyenler için de silinmeyecek iz bırakacak olan altı saatlik performansının adı. Bir performans sanatı olarak başlayıp sosyal deneye dönüştüğü için de psikoloji, sosyoloji, tarih ve daha birçok bilim dalını insan üzerine yeniden değerlendirme yapmaya iten bir performans gösterisidir.

Peki, tam olarak ne yaptı? Marina Abramović, sadece sahnede hareketsiz bir nesne gibi bekleyecek ve onu izlemeye gelen seyirciler ise sahnenin önünde duran masanın üzerindeki eşyaları diledikleri gibi kullanacaklardı. Her ne olursa olsun Marina Abramović hiç tepki vermeyecekti. Masada birçok eşya vardı; mendil, çiçek, yara bandı, sigara, bıçak çikolatalı kek, tarak, silah, kurşun vb.

Performans başlamadan önce seyirciler içeriye alındı ve her şey gayet yolunda gidiyordu. İnsanlar bu pasif ve hiçbir şeye tepki vermeyen “canlı nesneye” oldukça kibar davranıyorlardı. Saçını okşayan, ona ayna tutan, güller veren ve gülümseyen insanlar ön plandaydı. Süre ilerledikçe insanların davranışları değişmeye başladı. Kalabalığın içinden biri kadına hafif bir tokat attı. Kadının tepki vermediğini gören kalabalık, daha kaba davranışlar sergilemeye başladı. Sonrasında cinsel taciz başladı. Üstündeki elbiselerini makasla kesip attılar. Ona vurmaya, tükürmeye başlayanlar oldu. Vücudunun çeşitli yerlerini bıçakla çizenler, boynundan akan kanı emenler vardı. Ne çektiği acıya ne de akan gözyaşlarına aldırış ettiler. Kadına tecavüz etmeye kalkışanlar bile oldu. Neyse ki bazı duyarlı insanlar tarafından bu durduruldu. Kalabalıktan bir kişi silahı alıp kadının alnına dayadı ve kadının kendisine doğru tutmasını sağlayacak bir şekilde eline bıraktı. Şüphesiz bu durumdan rahatsız olan bir grup vardı ama birçok etmene bağlı olarak çekimser kaldılar. Sonunda kalabalığın içinden cesaretini toplayan bir kadın onun göz yaşlarını sildi ve ona sarıldı. Bu sefer duyarlı bir grup oluştu. Oluşan bu vicdanlı grup, kadını bir çembere alarak korumaya çalıştı. Elbiselerini giydirip yaralarını sardılar. Performans bittiğinde Marina Abramović önce gözleriyle etrafı süzdü ve tekrardan hareket etti. Her tür eziyeti “canlı nesneye” yapmaktan çekinmeyen kalabalık, “canlı özne” ile yüzleşmekten o kadar korktu ki dehşete düşerek salonu hızlıca terk etmeye başladılar.

Bu performans, insanların ne kadar vahşileşebileceğini, akan kanın ve gözyaşının onları durduramayacağını ve tüm vahşiliğe rağmen merhametli olanların varlığını göstermesi bakımından çok çarpıcıdır. Tabii ki bu “sosyal deneyden” onlarca çıkarım ve analiz yapılabilir. Ama yazımıza en uygun olan çıkarım; nesne olmaktan çıkıp özne olan, pasif donma tepkisinden çıkıp irade kazanarak harekete geçen bireyin, olayları ne kadar değiştirebileceğidir. Yani Marina Abramović’in gözleridir. Peki ya sizin gözleriniz nerede?

*Psikolog

 

Exit mobile version