Bu kısa girişten sonra biraz ‘beyin’den bahsetmek istiyorum. Beyin bölümlerinin işlevleri referans alındığında, sınırları ve bağlantıları tanımlamak her zaman zordur.
Sürüngen beyin tehlike karşısında üç temel reaksiyon verir. “Kaç, savaş, don!” Hepsi de duruma göre gerekli tepkilerdir. Donma tepkisi hiçbir şey yapmamak olarak açıklanabilir ve diğer iki tepkiye oranla daha ilkeldir. Donma halinde düşünceler, duygular tamamen kapanır ve hiçbir şey hissedilmez. Bir nesne gibi, cansız bir şekilde davranılır. Tehlikenin karşısında savaşacak gücünüz ya da kaçacak durumunuz yoksa donma tepkisi bazen kaçınılmaz olur. Bu tepkiler daha çok bilinçaltımızla ilgilidir, fakat bazen bilinçli de verilebilir. Tehlike geçtikten sonra ise düşünen beynin yeniden aktif hale dönmesine iyileşme denir.
Bugün toplumumuzda ve dünyada yaşanan olaylar karşısında en çok kullandığımız tepkiyi, bilinçli olarak, “toplumsal donma” ve sonrasında “toplumsal kaçma” olarak değerlendirebiliriz. Küresel ısınmaya, Ortadoğu’daki acımasız savaşa, açlığa, yokluğa, sömürüye, cinsel istismara, cinsel eşitsizliğe, hak gasplarına, çevremizin ve doğanın talan edilmesine, hayvanlara yapılan işkenceye ve daha birçok şeye “toplumsal donma” tepkisi veriyoruz. Yani düşünce ve duygularımızı kapatıyoruz. Bu coğrafyadan umudunu kesenler ise “toplumsal kaçış” tepkisiyle Batı’ya doğru yüzlerini çeviriyorlar. Batı ise vatanlarını, evlerini, sevdiklerini bırakıp gelenlere -kovboylardan alıntı yapmak gerekirse- “vahşi batı” yüzünü göstererek “toplumsal savaşını” mağdur olan göçmenlere karşı veriyor. Yani, kendi yarattıkları paylaşım savaşının sonuçlarıyla da savaşıyorlar.
Bu tepkilerin tamamını da bilmediğimizden değil, bilakis bilerek, isteyerek ve seçerek veriyoruz. Bugün kim dünyada olup bitenden haberdar olmadığını söyleyebilir? “Ama tepkiler veriyoruz.” diyerek itiraz edenler olabilir (Sosyal medyada kınamak, haber altlarına yorum yapmak, beğen-beğenme butonlarına basmak vb.). Oysa bunlar sanal tepkilerdir. Sanal tepkiler verip sıradaki olayı beklemek, bizde, bir nebze de olsa “ben duyarsız değilim” hissiyatı yaratıp, gerçek tepkiler vermemize engel oluyor. Sanal tepkilerimiz, aslında bizi toplumsal donma tepkisi verenlerle aynı kefeye koyuyor. Neredeyse her hafta değişen gündemin ve olayların hızından sersemlemiş durumdayız. Dün çocuk istismarına öfkeliydik, bugün doların yükselişi için kaygılıyız. Kim bilir yarın neye karşı, hangi duygu durumu içinde olacağız?
Bu kısır döngüden çıkmanın yollarından biri de; insanın, insanı insan yapan özelliklerine geri dönmesidir. Yani düşünen beyni, hızlı bir şekilde harekete geçirerek irade kazandırıp itiraz edebilmesidir. Pasif donma tepkisinden çıkarak aktif mücadelede yer almasıdır. Umutsuzluğu umuda çeviren işte bu iradi müdahaledir. Her şeyi değiştirmek ve kazanmak için değil, umudu yeniden yeşertmek için. En azından iyileşebilmek için.
Bu anlamda çarpıcı bir örnekten yararlanıp yazıyı sonlandıracağım.
“Rhythm 0” işte onu asıl üne kavuşturan, kendisi için de izleyenler için de silinmeyecek iz bırakacak olan altı saatlik performansının adı. Bir performans sanatı olarak başlayıp sosyal deneye dönüştüğü için de psikoloji, sosyoloji, tarih ve daha birçok bilim dalını insan üzerine yeniden değerlendirme yapmaya iten bir performans gösterisidir.
Peki, tam olarak ne yaptı? Marina Abramović, sadece sahnede hareketsiz bir nesne gibi bekleyecek ve onu izlemeye gelen seyirciler ise sahnenin önünde duran masanın üzerindeki eşyaları diledikleri gibi kullanacaklardı.
Performans başlamadan önce seyirciler içeriye alındı ve her şey gayet yolunda gidiyordu. İnsanlar bu pasif ve hiçbir şeye tepki vermeyen “canlı nesneye” oldukça kibar davranıyorlardı. Saçını okşayan, ona ayna tutan, güller veren ve gülümseyen insanlar ön plandaydı. Süre ilerledikçe insanların davranışları değişmeye başladı. Kalabalığın içinden biri kadına hafif bir tokat attı. Kadının tepki vermediğini gören kalabalık, daha kaba davranışlar sergilemeye başladı. Sonrasında cinsel taciz başladı. Üstündeki elbiselerini makasla kesip attılar. Ona vurmaya, tükürmeye başlayanlar oldu. Vücudunun çeşitli yerlerini bıçakla çizenler, boynundan akan kanı emenler vardı. Ne çektiği acıya ne de akan gözyaşlarına aldırış ettiler.
Bu performans, insanların ne kadar vahşileşebileceğini, akan kanın ve gözyaşının onları durduramayacağını ve tüm vahşiliğe rağmen merhametli olanların varlığını göstermesi bakımından çok çarpıcıdır. Tabii ki bu “sosyal deneyden” onlarca çıkarım ve analiz yapılabilir. Ama yazımıza en uygun olan çıkarım; nesne olmaktan çıkıp özne olan, pasif donma tepkisinden çıkıp irade kazanarak harekete geçen bireyin, olayları ne kadar değiştirebileceğidir. Yani Marina Abramović’in gözleridir. Peki ya sizin gözleriniz nerede?
*Psikolog