Toplumun büyük bir bölümü son on yıldır yaşananlar karşısında artık umudunu yitirmiş, yılgınlık, ürküntü hatta korku içinde görünüyor. Ya da dehşete kapılmış durumda olduğunu söyleyebiliriz.
Yetmişli yıllarda, öncelikle mevcut düzeni değiştirmek ve toplumsal eşitlik isteyen sosyalistler, solcularla yakın çevreleri ve aleviler, seksenli yıllar ve sonrasında öncelikle eşit yurttaşlık isteyen Kürtler ve onlarla dayanışanlar, 2010 sonrasında da öncelikle hükümetin politika ve uygulamalarına karşı olanlar, ardından da desteklemeyen herkes, resmi politikalar kapsamındaki uygulamalarla yılgınlık, ürküntü ve korku içine sokulmak istendi. Türkiye’de iktidar, özellikle son on yıldır, diğer rıza araçlarını yitirdiği için egemen olma hedefli otoriter uygulamalarıyla insana ve insan olma onuruna karşıt tutumunu önceki dönemlerden ve öncekilerden çok daha sık ve şiddette gerçekleştiriyor. Günümüzde, AKP-MHP ittifakı hepimizin yılgınlığa kapılması, herkesin sessizleşmesi için yoğun çaba harcıyor. Bunu sağladığında toplumun umudunu yitireceğini, böylece iktidarını daha da uzatabileceğini biliyor çünkü. Öyle ki birilerinin, İstanbul metrosunun konuğu Boji isimli köpeğin, böylesi bir zamanda, geniş toplum kesimlerinde yaratabileceği sevgi duygudaşlığını dâhi kendileri için riskli bulabildiklerine ve gereğini yapmaya çalıştıklarına ancak başarmak bir yana kepaze olduklarına tanıklık ettik.
İnsanlık, 20. yüzyılda faşizmin egemen olduğu ülkelerde, insanların ırk farklılığı nedeniyle aşağılanmasına, katledilmek üzere toplama kamplarına götürülmesine ses çıkartmayanların bu sessizliğin içinde zamanla faşistleştiğine tanıklık etti. Öte yandan, toplumların her tür ilerlemesi ve kötülüklere her türlü karşı koyuşunun içe kapanma ve sessizliğinin aksine, birbiriyle paylaşarak gerçekleştiğini de deneyimledi. Dünyaya ve yaşananlara kafasında biriktirdiği bilgilerle oluşturduğu prizmadan bakabilme becerisine ve bunu paylaşarak, tartışarak daha da geliştirebildiğinin bilgisine sahip oldu. Sessizliğimizi, yakın çevremizden başlayan, halka halka genişleyen, daha önce hiç tanışmadıklarımıza kadar uzanacak biçimde paylaşarak aşabildiğimizin bilgisine de deneyimine de sahibiz.
Kasım 2021 Türkiye’sini tanımlamak için tek bir satır bile yazma gereği duymuyoruz. Biliyoruz ki bu satırların okuyucuları Türkiye halklarının ve ülkenin, A’dan Z’ye ne durumda olduğunun farkında. İktidar, hırsızla, yolsuzluk yapanla değil, onları ihbar edenle, yakalayanla, katille değil ölenle uğraşır hale geldi. Yoksulluk, işsizlik, yolsuzluk, hırsızlık, rüşvet, şiddet, adaletsizlik, pandemi, hukuk dışılık, sağlıksızlık, eğitimsizlik, mutsuzluk vb. daha fazla dayanılamayacak aşamaya ulaştı.
Yaşamakta olduğumuz bunca kötülüğü ve kaynağını düşündüğümüzde, tanığı olduğumuz iktidar ile hesaplaşmanın ve hiç kimsenin, hiçbir zaman seyirci ve sessiz kalmaması gerektiğinin gerekliliği ve önceliği ortaya çıkıyor. Bunun için de hep birlikte umuda gereksinimimiz var. Gereksinim duyduğumuz umudun filizini sosyalistlerin, solun, ezilenlerin, ötekileştirilenlerin ve partilerinin, örgütlerinin bir araya gelmesi, birlikte ülkenin eşitlikçi, özgür, demokratik, adil, içerde ve dışarda barış içinde yaşayabileceği toplumsal bir programı oluşturarak taraflılıklarını meydanlara taşıyabilmeleri yeşertebilecek.
Yeşerecek bu filiz, Türkiye halklarına yeniden umut etmeyi anımsatabilecek, hatta öğretebilecektir. Umut bir defa içimizde yeşermeye başlasın; endişeler, korkular kalkacak ve hızla topluma yayılabilecektir.
Bu ülkede ifade özgürlüğünden başlayarak özgürlüklerimizi kazanmamız, barışın, adaletin, işimizin, soframızda aşımızın olabilmesi, eğitimin, sağlık hizmetlerinin, ilacın herkese parasız olması, kimsenin açıkta ve soğukta kalmamasına, devletin yurttaşları arasında ayrımcılık yapmamasına, iş cinayetlerinin ve kadın cinayetlerinin sonlanmasına olan umudun inşası için bu filizin yeşertilmesi gerekiyor. Biliyoruz, ne AKP-MHP’ye ne de karanlığa mahkûmuz. Anımsayalım, geleceğimiz kendi ellerimizde!
Kaynak: Karınca