Ulaş’a Veda Mektubu,

ve bütün gemileri yakıp

yollara düşerdi o hep aynı ıslıkla

mutlu muydu, hiç düşünmedi böyle şeyleri

umutlardansa nefret etti daima

Ulaş’ım

Yoldaşım

Dostum

Arkadaşım

Kardeşim

Daha 10 gün önce bizim evdeydik. Şarap içtik. Sohbet ettik. Anılarımızı tazeledik. Senin ağzından dolu dolu eski tüfek zamanlarının hikayelerini, Hacettepe günlerini dinledik. Konuşurken bal damlardı ağzından. Derviş gibiydin Ulaş’ım. Ne çok hikaye vardı sende. Anlat anlat bitmezdi. Hele seninle Bostancı Kasapçılar Çarşısındaki o eski, köhne meyhanede oturduğumuzda masaya beyaz peynir, kavun, kızarmış ekmek ve bir de yeni rakı geldi mi kim tutardı seni. Bütün 78 kuşağının anıları belleğinde depolanmıştı. Merak ettiğimiz ne varsa söylerdin. Ayaklı kütüphane gibiydin.

Ah Ulaş. Bizi ne çabuk terk ettin. Oysa sözümüz vardı. Birlikte mavi tura çıkacak, tekneyi Göçek’in masmavi koylarına demirledikten sonra sabaha kadar yıldızların altında içip anılarımızı birbirimize anlatacaktık. Seninle aynı kuşaktan sayılırız. Sen Ankara’da iken ben İstanbul’daydım. Gerçi aramızda 5 yaş fark vardı. O yüzden benim senin gibi kod adım yoktu. Çocuk sayılırdım o günlerde. İkimizde devrime inanmıştık. Geceleri devrime yatar, devrimle kalkardık. Oysa bir 12 Eylül sabahı tank sesleriyle uyandığımızda hayal gördüğümüzün farkına vardık. Ama artık çok geçti. Bir çoğumuz tutuklandı. Bazı arkadaşları astılar. Yüzbinlerce devrimci mülteci oldu. Milyonlarca sempatizan ortadan kayboldu ve bir daha o günler gelmedi. Artık bambaşka bir dünyada bambaşka bir ülkede nefes almaya çalışıyoruz zorlanarak… Umut ile umutsuzluk arasında gidip geliyoruz.

Sevgili Ulaş,

Aslında seninle tanışmamız çok yeni. Sanırım 2014 yılında İstanbul Tabip Odası seçimleri vardı ve Selçuk Erez başkan adayımızdı. Ben iyi kötü sosyal medya sorumluluğunu yapıyordum. Ancak işin görselliği eksik kalıyordu. Bizim çok iyi bir grafikere, başarılı bir görsel yönetmene ihtiyacımız vardı. Bir gün Süleyman Özyalçın aradı beni ve bana; Ali aradığın adamı buldum diyerek seninle tanıştırdı. İşte o zaman seçim kampanyaları da yapan Türkiye’nin en ünlü ajanslarından McCann Erickson’da Senior Art Director olarak uzun yıllar çalıştığını öğrendim. Sonra kendi işini kurup ekonomik krizle batırdığını ve daha sonra emekli olduğunu ve iş çıkarsa evden yaptığını söylemiştin. Böyle bir geçmişe sahip profesyonel bir insan bizden kimbilir kaç milyar ister diye düşünürken sanki anlamış gibi benim TTB ve İTO’na çok büyük saygım var ve beş kuruş para almam dedin. Gerçekten de seninle 4 yıl gece gündüz sosyal medya ekibi olarak çalıştık ve bizden o kadar baskı yapmamıza rağmen beş para almadın.

İşte Ulaş sen böyle bir nesli tükenmiş insandın. Çok severek girdiğim sosyal medya çalışmalarına senin yönlendirmenle daha da sevmeye başladım. Bize her şey planlamadan başlar derdin. O yüzden önce planlarımızı yapardık. Sonrası gelir derdin. Yine bize, bana metinlerinizi verin gerisine karışmayın derdin. Gerçekten olağanüstü görseller, videolar, vieopostlar, capslar ve infografikler hazırlardın.

Hele seninle beraber yaptığımız hashtag çalışmaları unutulmaz. Saatler içinde onlarca görsel yapar ve zamanı gelince tweet bombardımanı yaparak çoğu kez TT olurduk. Bu sayede bir çok arkadaşımızı içerden kurtarmada kamuoyu oluşturduk.

Geçen Cumartesi akşamı Ankara’da Küba Ulusal Kurtuluş Gecesi’ndeydim. Çok güzel bir latin müziği eşliğinde bir yandan dans ederken diğer yandan içkimi yudumluyordum. Solist sürekli çalkala çalkala diye bizi dansa çağırıyordu. Saat 23 sularıydı ve telefonum acı acı çaldı. Arayan Süleyman idi. Bana senin kalp krizi geçirdiğini ve Koşuyolu’na kaldırıldığını söyledi. Bilgi almamı istedi. Hemen orada çalışan arkadaşımı aradım ve durumunun pek parlak olmadığını öğrendim. İstanbul’a gelir gelmez yanına gittim. Yoğun bakım odasının en dibindeki yatakta beyaz sakallarını gördüm önce. Yanına yaklaştım. İki genç hemşire ve yoğun bakım sorumlusundan bilgi aldım. Umudum daha da tükenmişti. Süleyman’ı arayarak 24-48 saat içinde ex olur dedim ve 36. saatte seni kaybettik. Son kez seni gördüğüm an hiç aklımdan çıkmıyor. Keşke o an hafızamdan silinse ve Pazar günü bizim evdeki neşeli, sevecen, tatlı, şeker gibi Ulaş kalsa…

Sevgili Ulaş,

Bugün seni son yolculuğuna uğurladık. Bütün dostların ve sosyal medya ekibindeki arkadaşların oradaydık. Ben önceden gittim. Henüz cenaze arabası yoktu. Musalla taşının yanına yaklaştım ve senin yoğun bakımda yaşam savaşı verdiğin o anı aklıma getirerek haykırarak ağladım. Ulaş’ım, Ulaş’ım diye ağıt yaktım. Gözyaşlarım sel olup musallat taşından yerlere aktı. Sonra cenaze arabası geldi ve gözyaşlarımla kaplı musallat taşına tabutun kondu. Tabutun başında Çiğdem vardı. Ayak ucuna gittim ve sana dokunur gibi dokunarak seninle vedalaştım. İçimden Ulaş çık ben gireyim içine dedim. Çünkü sen nemim kadar ölümü hak etmiyordun. Çiğdem ile göz göze geldik. Yanına giderek ona sarıldım. O kadar sarsıldığımı görmüş olmalı ki kendini daha fazla yıpratma lütfen dedi. Sabah yataktan hasta kalktığım için ayakta zor duruyordum. Bir tabureye oturarak cenaze namazının kılınmasını bekledim. Sonra yorgunluğum artınca il dışına gidemediğim için defin işlemine katılamadım. Sen bu saatlerde edebi istirahatgahına yerleştirilirken ben bu yazıyı gözleri yaşlı olarak yazıyorum.

Işıklar içinde uyu koca Ulaş…

Sevgili Ulaş,

Ahmet Telli sanki bu şiiri yıllar önce senin için yazmış…Hep beraber okuyalım mı?

Soluk Soluğa-l

Hep yanıldı ve yenilgilere uğradı

Ama atıldı yine de serüvenlere

Vakti olmadı acıların hesabını tutmaya

Durup beklemeye, geri dönmelere vakti olmadı.

Yangınlarla geçti ömrü ve hep yalnızdı

– ki onlar daima birer yalnızdılar

Nerde doğmuştu ve ne zaman kopup

Gitmişti o kentten anımsamıyor artık

Hangi sokaktaydı ilk sevgili ve hala

Sürüp gider mi ilk öpüşmenin esrikliği

Gizlice buluşmaya gelen ve ölürcesine

Korkular geçiren o kız nerededir şimdi

Sensiz olursam yaşayamam diyen

O liseli kız hangi kentte kaldı

Ve o sarışın

O afeti devran bekler mi hala

Atlas yataklara sererek yaşamanın anlamını

Üşüten bir acıydı belki her ayrılık

Her yolculuk yangınların başladığı yereydi

Ama vakti olmadı hesabını tutmaya

Aşkların, ayrılıkların ve acıların

İstese de kalamazdı vakti gelince

Geyik sesleri yankılanınca yamaçlarda

Yürek burkulması ve hüzün ve keder

Aralıksız doldururdu acıların bohçasını

Dudaklarında öpüşlerin gül esmerliği

İçinde kıpırdanıp durur ufuk çizgisi

Ay bile soğuktur o zaman

Bir buz parçasıdır

Çaresiz çıkılacaktır o yolculuklara

Ki bir ömrün karşılığıdır serüvenler

Biraz da serüvendi yaşamak

Belki yatkındı büyük yolculuklara

Ki serüvenler daima büyük aşklar

Ve büyük yolculuklarla başlar

Anıları aşkları ve bir kenti

Bırakıp gidebilirdi apansız

Apansız başlardı yolculuklar

Hangi saatinde olursa günün

Ve hep kar yağardı nedense

Durmadan kar yağardı yol boyunca

Ve nasılsa yok olup giderdi hüzün

Kent görünmez olunca arkada

Ne bir veda sözcüğü dökülürdü dudaklarından

Ne de dönüp bakardı geriye bir kez olsun

Ne zaman yollara düşse biterdi acılar

Gül yüzlü sular fışkırırdı toprağın karnından

Kavaklarsa oynak bir çingene kızı

Her kıpırdanışında açılıverir uzun ince bacakları

Mekan tutmak ve her akşam aynı ufukta

Güneşin batışını seyretmek ölümdür biraz

Ölümdür biraz hep aynı yatakta

Aynı kadınla sevişerek sabaha varmak

Kitapları hep aynı raflara sıralamak

Aynı eşyayı kullanmak eskimektir biraz

Soluk soluğa yaşamalı insan

Her sabah yeni bir şeyler görebilmeli

Ve cehenneme dönse de bir ömür

Mutlaka bir şeyler değişmeli her/gün

Ey o büyük yolculukların ürperten heyecanı

Okyanus dalgalarının sesleriyle dol bu ömre

Ölüme ve aşka durmadan kement atan

Serüvenlerle geçsin yaşamak

Buz tutmuş bir dünya ortasında

Yollara düşerdi o hep aynı ıslıkla

Önünde dağlar, uçurumlar

Sarsılan gök, yarılan toprak

Çelik uğultularla burgaçlanırken

Yaşamak işte öylesine kucaklardı onu

Ve her nasılsa keklik sekişli

Bir aşkın sevinci dolardı yüreğine

Çıkarıp atardı o zaman deli bir ırmağa

Ne kalmışsa bir önceki serüvenden

Soluk soluğa yaşadı kentleri, aşkları

Bağlanacak kadar kalmadı hiçbirinde

Pervasız bir acemi, bir çılgın

Soyu tükenen bir bilgeydi belki de…

O yalnız kaybetmesini öğrendi ömründe

Avucundan dökülen kum taneleriydi her şey

Ne bir serseriydi ne de yılgın bir savaşçı

Ama kendi kafasıyla düşünen ve hakkında

Ölüm fermanları çıkartılan biriydi belki

Sevince deli gibi severdi

Pervasız severdi sevince

Dövüşmek ancak ona yakışırdı

Ona yakışırdı aşklar ve yolculuklar

Yoktu bağlandığı herhangi bir şey

Bulutlar gibi çekilip giderdi seslerin arasından

Ne bilir ömrün değerini bir çılgın

Yalnızca kendini yaşamayı nereden bilebilir

Ve başarısız eylemler çağında o

Kaçabilir mi binlerce kez ölmekten

Yerleşik yargıları olmadı hiç

Kurmadı güzel gelecek düşleri

Nerede bir yangın, nerede tehlike

O mutlaka oradaydı birdenbire

Dinsizdi, özgür sayılırdı belki

Ama bağlanmazdı özgürlüğe de

Hiçbir yerde yeterinden çok kalmadı

Beklemedi anılar sarnıcının dolmasını

Şikayetsiz yaşadı yaşadığı her günü

Yoktu yüreğinde pişmanlıkların izi

Ayrıntıların izi kalmamış artık

Üst üste yaşanmakta ayrılıklar

Ve bir bulut gibi sıyrılıp gidilmiştir

Dağların, denizlerin üzerinden

Geride kalan ne varsa soluktur şimdi

Titreyen kandiller gibi sönmek üzeredir

O eski konaklar gibidir anılar

Gül bahçeleri, sessiz koru ve orman

Belki sağanak boşanır apansız

Yüzyıllık bir yağmur başlar

Ve sinsi bir hastalığa dönmeden alışkanlıklar

Yok olup gider her şey, belki kül olur

Hırçın bir okyanustur yürek

Dar gelir ufuk ve mutluluklar çevreni

Anılarsa birer çıban izidir

Yaşanmaz onların ölgün gölgesinde

Durgun bir su gibi aktı mı yaşamak

Ve zaman uysal bir kısrak gibi dinginleşti mi

Anısız kalınmıyor artık ne yapılsa

Kuşatıyor yolları, aşkı ve ömrü

Bekleyişleri kemiren çakal sesleri

Oysa bütün köprüler yakılmalı ayrılık vakti

Ve herhangi bir şeyle eşit olmaksızın

Yollara düşülmeli habersiz ve sessiz

Çürük bir diş gibi kanırtıp kentleri

Dünyanın ağzını kanlar içinde bırakmalı

Bir ömrün olgunlaştıramayacağı

acemilikler toplamı ve bir çılgın

boyun eğmedi kendine bile

seçme zorunda kalmadı yaşamayı

nasıl bağlanmadıysa yere ve zamana

bağlanmadı kendine de ömür boyu

dağlara tırmana atlar gibi

soluk soluğa yaşamak istedi dünyayı

bir şahin gibi bulutlara kurdu

dumanlı sevdaların yörük çadırını

sıradan bir gezgin değildi hiç

dövüşür gibi yaşadı yolculukları

belki korkusuz sayılmazdı büsbütün

korkardı korkulara düşmekten zaman zaman

ve bütün gemileri yakıp

yollara düşerdi o hep aynı ıslıkla

mutlu muydu, hiç düşünmedi böyle şeyleri

umutlardansa nefret etti daima

hep yanıldı ve yenilgilere uğradı

ama atıldı yine de serüvenlere

pervasız bir acemi

soyu tükenen bir bilgeydi belki de

Ama bir şey vardı yine de

Başarısız ihtilallerden kendine kalan

Ahmet Telli

***

Ulaş Arıkan’ı Sevgiyle Anıyoruz

Reklam dünyasının önemli isimlerinden ve İstanbul Tabip Odası Sosyal Medya Çalışma Grubunun gönüllü kaptanı, dostumuz, yoldaşımız Ulaş Arıkan ölümünün 10. gününde Cağaloğlu’nda anılıyor.

İstanbul Tabip Odası ile Ulaş Arıkan Dostları işbirliğiyle gerçekleşecek anma gecesine tüm sevenleri davetlidir.

Yer: İstanbul Tabip Odası – Sevinç Özgüner Konferans Salonu
Tarih: 1 Kasım 2018, Perşembe
Adres: Türkocağı Cad. No: 9 Cağaloğlu İstanbul
Saat: 19:00

 

 

 

  • Hakkımızda
  • Künye

 

Başka Bir Denizli… Başka Bir Ülke… Başka Bir Dünya… MÜMKÜN…