🎙️Söyleşi | Sabiha Temizkan

Yeni yıla girerken herkes bir kez daha dileklerini tuttu, beklentileri için yeni bir sayfa açtı. Türkiye için 2023 yılı siyaseten de önemli bir yıl olacak. Zira seçim yaklaşıyor ve bu yıl en çok konuşulacak gündemin bu olacağı aşikar. Yönetim mevcut iktidarda mı kalacak yoksa muhalefet alternatif bir iktidar kurmayı başaracak mı sorusu bu yılın en önemli başlığı. Bu noktada milyonlarca Kürt seçmenin oyu belirleyici olacak. Ancak iktidar demokratik siyaset yürüten Kürt partilerine baskıyı tırmandırmış durumda. Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Eş Genel Başkanı Saliha Aydeniz, “İktidarı Kürt oyları belirleyecek” diyor ve partisinin Eş Genel Başkanı Keskin Bayındır’ın tutuklanmasının da bunun bir sonucu olduğunu düşünüyor. Aydeniz’e göre, Türkiye’ye demokrasiyi 3. yol siyaseti getirecek. Pazar söyleşimizin bu haftaki konuğu DBP Eş Genel Başkanı Saliha Aydeniz ile yaşamını, mücadelesini, siyaset gündemini ve yeni yıldan beklentilerini konuştuk.

Saliha Aydeniz denince aklımıza direkt bir siyasetçi geliyor. Siyasetçi kimliğinin dışındaki Saliha Aydeniz’i biraz tanıyabilir miyiz? Sizi bu siyasi mücadeleye getiren hayatınızı sizden dinleyelim. 

Ben mücadeleye kadın olarak hayata geldiğim andan itibaren başladım. Çoğunluğu erkeklerden oluşan feodal bir aile içerisinde kadın olmanın yaratmış olduğu farkındalığı yaşayarak mücadeleye başladım. İlk mücadelem de bu nedenle kendi ailemde babama ve abilerime karşı kadın mücadelesini vermekle başladı.

Peki, bu mücadelede başarılı oldunuz mu? 

Evet, kesinlikle. Biz 2 kız kardeşiz, 7 abimiz var. Bütün abilerim sendikal mücadelem başlamadan önce, daha ben lisedeyken verdiğim mücadeleyi tam olarak kabullenmeseler de bana karşı bir noktaya vardılar. Ama şimdi ne kadar doğru bir mücadele verdiğimi itiraf ediyorlar. Dolayısıyla aile içerisinde, kısmen de olsa başarılı olduğumu düşünüyorum.

Kendi kurduğunuz ailede toplumsal cinsiyet rolleri nerede duruyor? 

Yaptığım evlilikte karşımdaki insanı tanıyarak, bilerek, mücadele ettiğim, inandığım değerlere uygun olup olmadığını tartarak bir seçim yaptım. Ailemde başlayan mücadelem evliliğimde de kısmen de olsa sürdü. Ama dünyaya geldiğim ailemdeki kadar değil tabii. Çünkü eşim kadın mücadelesini tanıyan, kadın bakış açısını esas alan, önemseyen bir insan. Eşim bu mirası da kendi annesinden almış. Kendi annesi ailede güçlü bir kadın karakterdi. Dolayısıyla onun yetiştirdiği bir erkek olarak da eşim kadının durduğu yeri, düşüncesini önemseyen, hayatı paylaşmayı bilen bir erkek oldu diye düşünüyorum.

Sizin 2 kızınız var. Bu kadar eril ve feodal değerlerin hakim olduğu bir dünyada onları yetiştirirken en çok neye dikkat ediyorsunuz? 

Kızlarıma sürekli, karşılarında kim olursa olsun saygıyı elden bırakmadan kendilerini ezdirmemelerini öğütlüyorum. Haksızlığa uğradıklarını düşündüklerinde asla sessiz kalmamalarını söylüyorum.

Bir Diyarbakır Newrozu’na ben de sizinle aynı kapıdan giriş yapıyordum ve küçük kızınızın üstünü arayan polise “Beni böyle arayamazsınız, taciz bu” diye tepki gösterdiğine şahit olmuştum. Bu çok ciddi bir farkındalık. Küçük feministler yetişiyor diyebilir miyiz? 

Kadın bilincini, neden kadın mücadelesi verdiğimizi bilirsek bu farkındalıkla toplumu da değiştirip dönüştürebileceğimize inanıyorum. Dolayısıyla yetiştirdiğim kadınların da böyle olması gerektiğini düşünüyorum. O yüzden kızlarımı yetiştirirken buna çok dikkat ettim. Biz aile içerisinde bütün kararlarımızı birlikte alırız. Benim şahsımla ilgili olan bir konuda da eğer bu aileyi ilgilendiriyorsa ortak karar veririz. Ev içinde asla roller yok. Şu iş annenin, şu iş babanın, şu iş çocukların gibi rollerle hareket etmeyiz. Herkesin kendine özgü bir sorumluluğu ve birlikte yaşadığımız alana ilişkin bir sorumluluğu var. Böyle bir ailede yetişiyor kızlarımız. Bu deneyim onları evin dışında da güçlü kılıyor. Asla haksızlığa sessiz kalmıyorlar.

Ben kendi mücadelemle hep onlara da örnek olmaya çalıştım. Çalışan ve aynı zamanda mücadele eden bir ebeveyn iseniz, çocuklara bunu doğru temelde anlatabilmeniz gerekiyor. Çünkü bunu yapamazsanız çocuklarda yaptığınız şeye karşı bir tepki de oluşabiliyor. O nedenle kadın olmanın ve kadın olarak mücadele etmenin hayatiyetini anlamalarını sağlamak çok önemli. Ben de verdiğim mücadelede kızlarımı yanımdan hiç ayırmadım. Onlar daha küçük birer çocukken de benim ne yaptığımı biliyorlardı, şimdi de bunu neden yaptığımı anlayacak yaştalar ve yanımdalar.

Aslında mücadelenin içerisindeki anne-babalarda da çocuklarını bütün bunlardan uzak tutmak gibi bir eğilim göze çarpıyor. Yani kendileri mücadele eder ama çocukları için kaygılanır. Onlar okullarını okusunlar, hayatlarına devam etsinler diye düşünürler. Sizin böyle kaygılarınız olmadı mı hiç?   

Çocuklara iyi bir gelecek hazırlamak konusunda toplumdaki genel anlayıştan farklı bir yerdeyim. Ebeveynlerin çocuklarına iyi bir gelecek hazırlamaktan anladığı, genelde onları en iyi okullarda okutmak ya da maddi olarak onlar için bir güvence yaratmak. Peki bu çocuk kendi mücadelesini kendisi vermeyecek mi? Evet, ona yol yöntem öğretirim ama kendi mücadelesini kendisinin vermesi gerekiyor. Bu da onu “en iyi okullarda” okutarak sağlanabilecek bir şey değil. Kendisini tanımazsa, toplumu tanımazsa toplumsal değer yargılarına karşı da mücadele edemez ve birey olamaz. Ayrıca biz Kürtler için şöyle bir tarafı da var: Kürt halkının bir özgürlük mücadelesi var. Kendinizi istediğiniz kadar bazı şeylerden soyutlayın, bir kimlik sorunumuz var, dil sorunumuz ve kendimizi var etme sorunumuz var. Bizim çocuklarımız da bu sorunun göbeğinde büyüyor. Bütün bunları bir kenara bırakarak çocuk yetiştiremezsiniz. Birer yetişkin olduklarında bu sorunla yaşamın her alanında karşı karşıya gelecekler. Oysa bu farkındalıkla yetiştirdiğimiz Kürt çocukları kendi kimliklerine, dillerine sahip çıkan bir yerde durmayı da öğrenerek daha sağlıklı ve bilinçli birer birey olacaklar. Bireyi toplumdan koparamazsınız. Bu bakış açısı ile ben kızlarımı daha rahat, daha cesur, daha kararlı bireyler olarak yetiştirmeye çalışıyorum.

Hayatınız mücadele ile başlamış, öyle de devam ediyor. Ancak buraya kadar gelen süreçte ciddi zorluklarla karşılaştınız. Sendikal mücadelenizi ve sizi ihraca götüren o süreci anlatır mısınız? 

Hemşire olduktan 2 yıl sonra sendikaya üye oldum ve ondan 2 yıl sonra da yönetici oldum. Diyarbakır’a gelir gelmez sendika yöneticiliğine başladım ve ikinci dönem Şube Başkanı oldum. O dönemde benim büyük kızım 3 buçuk yaşındaydı. Hatta sendikadaki ilk yıllarımda hamileyken de mücadeleme ara vermedim. Hem annesiniz, hem kamu çalışanısınız, hem sendika mücadelesi hem de bunun yanında kimlik mücadelesi veriyorsunuz. Sonuçta Kürt halkının sağlığa erişiminde yaşadığı zorlukları görmek, yaşam hakkına yönelik ihlalleri görmek sizi etkiliyor. Bir sağlıkçı olarak sendikal mücadele içerisinde bu rol ve misyonla yer aldım.

Şube Başkanlığı yaptığım dönemde özellikle Diyarbakır’da ve Kürdistan’da SSPE hastalığı, yani kızamık virüsünden kaynaklı oluşan hastalıkların raporlarını incelemiştim. Bu konu hakkında bir sağlık raporu sunmuştuk. O beni dehşete düşürmüştü. Çünkü SSPE hastalığı sadece Kürdistan’ın hastalığıydı. Aşılamadan kaynaklı bir meseleydi. 1990’lı yıllarda, savaşın yoğun olduğu bir dönemde benim çıkarsamama göre, aşıların soğuk zincire uyulmamasından kaynaklı bozulması nedeniyle Kürdistan’da bu vakalar bu kadar yoğundu. Batı illerinde ise sadece birkaç böyle vaka vardı. Yani aslında yaşadığımız bölgede sağlık hakkına erişimde çok ciddi eşitsizlikler vardı. Anadilde sağlık hakkı da bu konudaki en önemli başlıklardan birisi. Dolayısıyla biz bir taraftan sağlık hakkı ve yaşam hakkı için çalışırken aynı zamanda Kürt olmaktan kaynaklı eşitsizliklere karşı da mücadele ediyorduk. KHK ile işime son verilene kadar, 21 yıl böyle bir sendikacılık sürecim oldu.

Bu ihraçların Kürt kimliğimizden dolayı olduğunu çok iyi biliyorduk, çünkü hakkımızda devam eden tek bir soruşturma bile yoktu.

Bu 21 yıllık mücadeleniz bir gece çıkarılan bir KHK ile sona erdi. Eşinizle aynı gece ihraç edildiniz. Ne hissettiniz? 

Tarih 29 Ekim 2016’ydı. Hatırlarsanız gece çıkıyordu KHK’ler. Bizim de 675 sayılı KHK ile ihracımıza karar verildi. Eşimle gece evde oturuyorduk, arkadaşlar aradılar ve ‘ihraç edilmişsiniz’ dediler. Eşim Ali Rıza listenin en başında, ben de en sonundaydım. Benim de ihraç olduğumu öğrenmek için listenin en aşağısına gelmemiz 10 dakika sürdü. O kadar çok isim vardı. Aslında bu süreci soğukkanlı karşıladık. Elbette ikimiz de memurduk ve düzenli bir gelirimiz vardı. 2 çocuğu olan bir aile için bir anda bütün gelirin kesilmesi sarsıcı oldu. Ama zaten bütün bu olanların yıllardır karşısında mücadele ettiğimiz sistemin bir politikası olduğunu biliyorduk ve açıkçası bu bedeli ödemeyi de göze almıştık.

On yıllardır köyleri boşaltılan, faili meçhule giden, tutuklanan, işkence gören Kürt halkının ödediği bedeller ortadaydı. Bu ihraçların Kürt kimliğimizden dolayı olduğunu çok iyi biliyorduk, çünkü hakkımızda devam eden tek bir soruşturma bile yoktu. Benim gibi ihraç edilen çoğu arkadaş da aynı durumdaydı. Bu nedenle geçimimizi sağlamak ve yaşamımızı sürdürmek için hemen bir arayışa girdik. Ailelerimiz bu süreçte bize çok destek oldu. Köyümüze gidip 4 inek aldık ve bir yıl içerisinde bir yandan o ineklerle hayvancılık yaptık bir yandan da bahçe ekip biçtik. Bir yıl boyunca da çocukların okul masrafı dışında paraya ihtiyaç duymadık. Aslında bununla bir yandan da sistemin bireyleri kendine bağımlı kılması anlayışına meydan okuduk.

Siyasetten tamamen tasfiyemize dönük politikalar tüm şiddetiyle uygulanıyor. 2022 yılı da bu baskıların zirve yaptığı bir yıl oldu. Ancak bunun karşısında da çok güçlü bir halk iradesi var.

Çok zor bir yılı geride bıraktık. Partinize yönelik baskıların da giderek tırmandığı bir yıldı. 2022 yılına dair değerlendirmenizi alabilir miyiz? 

2022 iktidar açısından, devlet açısından bir savaş yılıydı. Bizler açısından ise bu savaşa, katliamlara karşı sürekli bir direniş yılıydı. Bu iktidarın Kürt halkına reva gördüğü, Türkiye halklarına reva gördüğü kaos, kriz ve çıkmazlardı. Bunun sebebi de aslında kendi iktidarını ayakta tutma meselesiydi. İktidarlarını korumak için Kürtlere düşmanlığı, baskıyı tırmandırdılar ve daha çok savaş ilan ettiler. Son 8 yılı değerlendirdiğimizde, iktidarın tek adam rejimini sürdürmek için Kürt düşmanlığını ve savaş politikalarını tırmandırdığını görüyoruz. 2022 yılı da bunu yoğun bir şekilde yaşadığımız bir yıl oldu.

Peki, iktidarın bu politikası iş görüyor mu?  

Bu politikanın halklar nezdinde bir karşılığının olduğunu düşünmüyorum. Ama muhalefetin bir kısmında, mesele Kürtler olduğunda, Kürtlere karşı savaş olduğunda hala iş görüyor. Kürtlere yönelik son 8 yıldır giderek tırmanan bir baskı var. Siyasetçilerimiz tutuklu, belediyelerimiz kayyumlarla yönetiliyor, bileşeni olduğumuz HDP hakkında kapatma davası var, yüzlerce siyasetçi hakkında siyasi yasak çıkarılması gündemde, vekillerimizin tamamı hakkında fezlekeler var. Yani bizim siyasetten tamamen tasfiyemize dönük politikalar tüm şiddetiyle uygulanıyor. 2022 yılı da bu baskıların zirve yaptığı bir yıl oldu. Ancak bunun karşısında da çok güçlü bir halk iradesi var. Her dönem iktidarın atadığı kayyumları o koltuklardan indiren, seçilmişlerine, Newroz’una, kentine, diline, değerlerine sahip çıkan bir Kürt halkı var. Yani 2022 yılı için baskıların karşısında direnişin de en üst seviyeye çıktığı bir yıl demek mümkün.

Ayrıca 2022 yılı, kadın mücadelesi açısından da önemli bir yıldı. Cumhurbaşkanı’nın bir söylemiyle İstanbul Sözleşmesi feshedildi. Tek adam rejimi tarafından kadınlar üzerinden toplumu dizayn etme çabasına tanıklık ettik. Buna karşı da kadınların direnişi çok güçlü oldu. Aslında iktidarın her alanda her kesime yönelik baskısı bir şekilde direnişle karşılaştı. Baskıların bütün kesimleri hedef almasına giden süreçte de muhalefetin partimize ve Kürtlere yönelik hak gasplarına zamanında yeterince ses çıkarmamasının önemli bir rolü olduğunu düşünüyorum.

Bugün Ekrem İmamoğlu’na ceza verilmesi ile yeniden gündeme gelen irade gaspı yeni değil. Zamanında Kürt belediyelerine ‘terörle iltisaklı’ denilerek kayyum atandığında sessiz kalınmasının sonuçlarını yaşıyoruz.

İktidarın kendisini korumak için Kürtlere yönelik baskıyı artırdığını ve muhalefetin de söz konusu Kürtler olunca iktidarla aynı yerde durduğunu söylüyorsunuz. Bu oldukça ciddi bir eleştiri. Zira iktidarın karşısında yer alan Altılı Masa aynı zamanda Kürtlerin oyuna da talip. Bu konuyu biraz daha açabilir misiniz? 

Bu iktidar, 2022’de daha net bir şekilde görüldü ki artık topluma hiçbir şey veremeyen, meşruiyeti kalmayan bir iktidar. Bunu muhalefet de söylüyor, toplum da biliyor, biz de söylüyoruz. Ama söz konusu Kürtlere karşı savaş olduğunda tezkerelere ‘evet’ deniliyor. Söz konusu kayyum meselesi olduğunda, Kürtlerin bütün belediyelerine el konulmasına rağmen ciddi bir muhalefet ortaya konulmuyor. Sadece Kürtler tepkisini ortaya koyuyor. Bu örnekler çoğaltılabilir. Dolayısıyla Kürt sorununun demokratik yollarla çözülememesinde Kürtlere savaş açan iktidarın buna ayırdığı bütçeye, çıkardığı tezkerelere karşı çıkmayan, hatta destekleyen muhalefetin de çok büyük payı var. Bugün Ekrem İmamoğlu’na ceza verilmesi ile yeniden gündeme gelen irade gaspı yeni değil. Zamanında Kürt belediyelerine “terörle iltisaklı” denilerek kayyum atandığında sessiz kalınmasının sonuçlarını yaşıyoruz. Ekonomik krizin bu kadar derinleşmesinin sebebi de savaşa ayrılan bütçe ve dolayısıyla muhalefet de şu anda yaşadığımız kaosun ve yoksullaşmanın sorumlusudur. Çünkü iktidarın bu politikalarına karşı güçlü tutum almamak muhalefeti de bu noktada sorumlu kılıyor.

İktidarın Kürtlere yönelik tavrına tepki gösteriyorsunuz. Ancak iktidar kanadından da her fırsatta partinizin Kürtleri temsil etmediğine, Kürtler ile bir sorunlarının olmadığına dair açıklamalar yapılıyor. Bu konuda ne söylersiniz? 

Bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söylemlerinde Kürde düşmanlığı net olarak görüyoruz. Mesela Erdoğan’ın evli bir çifte çocuk yapma telkininde bulunurken, “PKK’nin 5, 10, 15 çocuğu var” diye sarf ettiği söz, Kürtlere yönelik bakış açısının itirafıdır. Kadının tek kariyerinin çocuk doğurmak olduğunu söylediği kısma girmeyeceğim bile. Kürt sorunu etrafında konuşmaya devam edecek olursak, Erdoğan, Kürt halkının bütününü “terörist” olarak görüyor. Dolayısıyla bu örnek bile iktidarın en üst düzeyde Kürt düşmanlığı yaptığının net ifadesidir.

2022 yılında, siz bir siyasetçi olarak şahsen de hedef alındınız. O süreçten bahsedebilir misiniz? 

Kürt düşmanlığının bu kadar üst düzeye ulaştığı bir dönemde bu konuda mücadele eden bir partinin eş genel başkanı olarak benim de hedef alınıyor olmam bundan bağımsız değil. Hem Kürtlerin hem kadınların mücadelesini en üst düzeyde yürüten biri olarak direkt İçişleri Bakanı, Cumhurbaşkanı tarafından hedef alındım. Ben TBMM’nin bir üyesiyim ve dolayısıyla bu saldırı aynı zamanda TBMM’ye yönelik bir saldırıydı. Ama bir halkın iradesi olmam hiçe sayıldı, çünkü asıl mesele kadın ve Kürt olmamdı. Olayın tamamen kendimi korumaya dönük yaşandığını çok iyi bilmelerine rağmen videoları kırparak kamuoyunda yalan yanlış bir algı yaratmaya çalıştılar. Zaten iktidar bu algı politikasıyla kendisini var ediyor. Bu olay da öyle bir şeydi. Köpürttüler köpürttüler… Çünkü Cumhurbaşkanı’nın, İçişleri Bakanı’nın başka hiçbir derdi yok. Çünkü Türkiye’nin başka hiçbir meselesi yok; açlık yok, sefalet yok, uyuşturucu pazarına dönüşen bir Türkiye yok! Cezaevine dönüşmüş, her gün cezaevlerinden ölüm haberinin alındığı bir Türkiye yok! Her gün sokak ortasında öldürülen kadınlar yok! Tek sorunumuz benim üzerimden bir algı ve köpürtme. Geldiğimiz aşamada partimize yönelik yürütülen operasyon da aslında bunun bir parçası.

Amaçladıkları algıyı yaratmak için hukuku da ayaklar altına alarak bir korku iklimi yaratmaya çalışıyorlar.

Partinizin Eş Genel Başkanı Keskin Bayındır evi basılarak tutuklandı. Siz de Keskin Bayındır gözaltına alınırken oradaydınız. Bunu bekliyor muydunuz? 

Böyle bir operasyonu bekliyorduk, çünkü bu iktidar Kürt düşmanlığı üzerinden kendini ayakta tutmayı hedefine koymuş bir iktidar. 7 Haziran ve sonrasındaki seçim süreçlerinde de bunu net olarak gördük. Ama ne süreç o süreç ne de biz eski durumdayız. O yüzden bu politikalar tutmuyor. Gerçekten tutmuyor artık. Kürt halkının bas bas bağırdığını bütün Türkiye halkları görüyor. O yüzden bu yöntem tutmayacak. Bu yanlış stratejileri Kürt halkının direnişiyle bir kez daha kırılacak. Partimize yönelik bu operasyon, hukuk hiçe sayılarak yapıldı. Normalde bir partinin genel merkezi o ilin Cumhuriyet Başsavcılığı’nın kararıyla aranamaz. Anayasa’ya göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın kararıyla aranabilir. Ama amaçladıkları algıyı yaratmak için hukuku da ayaklar altına alarak bir korku iklimi yaratmaya çalışıyorlar. Eş başkanımıza baş eğdirmeye çalışarak bunu basına servis ediyorlar. Bütün bunlar ne kadar aciz, ne kadar çaresiz olduklarını gösteriyor. Bu baskılar Kürtler için de partimiz için de yeni değil. Bu noktada muhalefetin sessizliğini de bir kez daha vurgulamak istiyorum. Bir partinin eş genel başkanını tutuklanmasına tepki göstermediler. İşte tam olarak da bundan bahsediyorum, yani söz konusu Kürtler olduğunda muhalefetin de tavrı bu şekilde oluyor. Demek ki samimi değiller.

Sizin hakkınızdaki fezlekeler de Meclis’te ve her an vekilliğiniz düşürülebilir. Tutuklanma riskiniz de bulunuyor. Ne yapacaksınız? 

Direnişe devam edeceğim elbette. Kürtler adına siyaset yürütenler olarak bunu bilerek, kabullenerek bugüne kadar geldim. Dokunulmazlığım kaldırıldığında tutuklanma ihtimalim çok yüksek, ama bu asla beni korkutmuyor ve geri adım da atmayacağım. Şu anda cezaevlerinde olan siyasetçi arkadaşlarımız nasıl geri adım atmadılarsa ben de mücadelemden vazgeçmeyeceğim.

HDP kapatılabilir ama biz mücadele azmimizi bir partinin isminden değil, halkın örgütlü gücünden alıyoruz. Türkiye halklarının umudu olmaya devam edeceğiz. Türkiye’ye demokrasiyi 3. yol siyaseti getirecek.

Yeni yıla seçim gündemiyle giriyoruz. Siyaseten nasıl bir yıl bekliyor bizi? 

2023 yılı aynı zamanda Cumhuriyet’in 2’nci yüzyılı. 2’nci yüzyılda ya hâlâ korkak, ürkek bir şekilde diktatoryal bir Türkiye ile karşı karşıya kalacağız ya da bu faşizme karşı daha cesur, daha kararlı, daha birbirini kucaklayan bir politikayla Cumhuriyeti demokratikleştireceğiz. Evet, Altılı Masa’nın bir iddiası var ama bu iddia Türkiye halklarının tamamını kucaklayan ve güven veren bir iddia değil. Hele de Kürt halkı açısından. Bunu bir Kürt siyasi partisinin Eş Genel Başkanı olarak söylüyorum; Kürt halkının dil, statü başta olmak üzere tek bir sorununa dair somut söylemi olmayan bir masa, güven vermiyor.

Oysa Kürt oylarının ne kadar belirleyici olduğu ortada. Kürt oyları iktidarların kaderini belirliyor. Dolayısıyla 2023 yılında, ya bunlar görülerek buna karşı ortak bir zeminde mücadele ile Türkiye’yi demokratikleştireceğiz ya da böyle parçalı durarak Türkiye halklarına kaos ve savaştan başka bir şey vermeyen mevcut iktidarın kazanması ihtimaline zemin sunacağız. Ama biz, HDP’nin en büyük bileşeni DBP olarak söylüyorum, bu iktidara kaybettirmek için gereken bütün mücadeleyi sonuna kadar yürüteceğiz. Bu konuda çok netiz ve kendimize güveniyoruz.

Faşist iktidar blokunun çok zayıf olduğu ortada. Bu nedenle telaş içerisindeler, kaybedeceklerini biliyorlar. Bizim bütün mücadelemiz, planımız da bu iktidara kaybettirmek üzerine. HDP kapatılabilir ama biz mücadele azmimizi bir partinin isminden değil, halkın örgütlü gücünden alıyoruz. Bu inanç ve kararlılıkla Türkiye halklarının umudu olmaya devam edeceğiz. Türkiye’ye demokrasiyi 3. yol siyaseti getirecek.

2023 yılı için dileğiniz nedir peki?  

2023’ün cumhuriyetin demokratikleşmesinin yılı olacağına inanıyorum. Kürtlerin özgür siyaset yapmasının, siyasi tutsakların, rehinelerin özgürlüğünün önünün açılacağı bir yıl olacağına da inanıyorum. Bu vesileyle özgürlüğe, demokrasiye inanan herkesin yeni yılını, 2023 yılının sonuç yılı olacağı inancıyla kutluyorum.

  • Hakkımızda
  • Künye

 

Başka Bir Denizli… Başka Bir Ülke… Başka Bir Dünya… MÜMKÜN…