Socialists and Animal Rights başlıklı kitabın yazarı Jon Hochschartner’in socialistworker.org’a gönderdiği 25 Temmuz 2013 tarihli hayvan haklarına sosyalistlerin bakışı üzerine eleştirileri yayınladığı mektubu, güncelliğini koruduğu için yayınlıyoruz.

Dağmedya’nın Türkçe’sini yayınladığı mektupta Jon Hochschartner “George Orwell Hayvan Çiftliği’nin önsözünde, bu satirik romanının ana metaforunu şöyle açıklar: “İnsanların hayvanları sömürme biçimi ile zenginlerin işçileri sömürmesi arasında hemen hiç fark yok.” Bob Torres ve David Nibert gibi modern hayvan hakları aktivistleri de yükselişe geçen eleştirel hayvan araştırmaları alanına Marksist düşünceyi enjekte ederek, bu birleştirici temayı daha da detaylandırmışlar. Ne var ki benzer bir çabaya anti-kapitalistlerde henüz rastlayamadık.” diyerek, sosyalistlerin hayvan haklarına ilişkin eksiklerini eleştiriyor.

Sosyalistler ve Hayvan Özgürlüğü mektubun tamamı;

“Günümüzde vejetaryen veya vegan olmak, hükümetlerin hayvan hakları aktivistlerine her koldan uyguladığı onca baskıya karşın hiç olmadığı kadar kolay bir şey. Küçük kasabalardan tutun da, New York’un merkezine kadar aklınıza gelen her yerde hayvansal ürün içermeyen çok çeşitli yiyeceğe ulaşmak mümkün. Harris Interactive Poll’un tespitine göre ülkede (ABD’de) vegan kişi sayısı 2009-2011 arasında iki katına çıkmış ve hızla artmaya devam ediyor. Oysa sosyalist sol, hayvan kullanımı/evcilleştirilmesi [domestication] meselesine eğilenlere karşı ketum ve düşmanca tutumundan hâlâ vazgeçmiş değil.

Bu, oldukça eskiye dayanan bir düşmanlık. Dr. Dteve Best’in de vurguladığı gibi, Karl Marx ile Frederick Engels “hayvan hakları savunucuları, vejetaryenler ve dirikesim karşıtlarının tümünü, bağış toplayanlar, ölçülülük fanatikleri ve naif reformculardan oluşan bir küçük burjuva kategorisine tıkmıştır.” Leon Troçki de devrimci şiddete karşı çıkanlardan yakınmış ve ideolojilerini küçümsemek için şu sözleri kullanmıştı: “vejetaryen-Tarikatçı zırvalığı”.
Durum günümüzde de bundan çok farklı değil. Normalde saygı duyduğum bir yazar olan Paul D’Amato’nun SocialistWorker.org’daki köşesinde hayvan meselesi üzerine yazdıkları neredeyse cahilce bir trollük örneği: “Bir geyiği öldüren dağ aslanının türdeşleri tarafından yargılanma hakkı var mı peki?” gibi saçma bir soru ardından bir başka saçma soru daha sormuş: “İneklerin de inanç, ifade ve toplanma özgürlüğü olmalı mı?” D’Amato elbette bunları bıyık altından gülerek söylediğini belirtiyor belirtmesine ama “haklı bir tarafı da yok değil” demeyi de ihmal etmiyor. Devamında Adolf Hitler’in hayvanları koruma girişimlerinden dem vurup, hayvan hakları aktivistlerinin gizli birer Nazi olduğu iması da veriyor.
Anarşist cepheye baktığımızda da durum hemen hemen aynı. Örneğin libcom.org’un ağırlıklı olarak Londra menşeli özgürlükçü komünistlerinin yazdığı forumlara bir göz atın ve aslında hiç de kötü insanlar diyemeyeceğimiz bu kişilerin vejetaryen veya veganlar hakkında neler düşündüklerini okuyun. Göreceksiniz ki İngilizlerin et yemeye olan düşkünlükleriyle nam salmaları hiç de boşa değilmiş.
Oysa hayvan hakları aktivistleri her zaman ilerlemeci değişim hareketlerinin bir parçası olmuşlardır. Örneğin İskoçyalı vejetaryen John Oswald, Jakobenler’in bir üyesi olarak Fransız Devrimi’ne katılmış ve monarşist güçlere karşı savaşırken hayatını kaybetmiştir. Yine bir vejetaryen olan Elisee Reclus, 1871’deki Paris Komünü’ne katılmış, bu nedenle tutuklanmış ve sürgün edilmiştir. Hindistan’da İngiliz sömürgeciliğine en büyük darbeyi vuran hareketi başlatan Mahatma Gandhi de bir vejetaryendi. Bir vegan olan Cesar Chavez ise ileride Çiftçiler Birliği sendikasına dönüşecek örgütün kurucularındandı.
Bu örnekler çoğaltılabilir elbette. Ancak ben daha çok, gelecek tahayyüllerinde hayvanlara da yer vermiş başka tarihsel figürler bilen okuyucuların anlatacaklarını duymak isterim. En çok da liderleri kadın veya derisi farklı olan ya da açık bir sınıf mücadelesi vermiş kişiler hakkındakileri.
George Orwell Hayvan Çiftliği’nin önsözünde, bu satirik romanının ana metaforunu şöyle açıklar: “İnsanların hayvanları sömürme biçimi ile zenginlerin işçileri sömürmesi arasında hemen hiç fark yok.” Bob Torres ve David Nibert gibi modern hayvan hakları aktivistleri de yükselişe geçen eleştirel hayvan araştırmaları alanına Marksist düşünceyi enjekte ederek, bu birleştirici temayı daha da detaylandırmışlar. Ne var ki benzer bir çabaya anti-kapitalistlerde henüz rastlayamadık.
Ben elbette sosyalist solun bir anda veggie-burgerlere ve badem sütünden yapılmış dondurmalara koşmasını beklemiyorum. Anti-kapitalistlerin yaratmayı umdukları geniş çaplı hareket sonuçta kitlelerin bir yansıması olacaktır. Ve veganizm de henüz kitlelere ulaşmış değil. Bunun bir nedeni de vegan seçeneklerin –en azından işlenmiş olanlar– yüksek fiyatlı olmalarının insanları kısıtlaması ki bu da ölçek ekonomilerinin devreye girmesiyle değişecek.
Fakat asıl önemlisi sosyalist soldan gelenlerin hayvan hakları aktivistlerine gösterdiklerini tepkinin diğer insanlardan çok daha fazla olması. Düşük ücretli meslektaşlarım insan olmayanlar hakkındaki görüşlerimi egzantrik ve seçkinci buluyor olabilirler ancak onlar asla sosyalist solun yaptığı gibi düşüncelerime karşı zehir zemberek ve küçümseyici bir tavır göstermiyorlar.
Benim teorime göre şu anda ağırlıklı olarak beyaz-yaka işçilerden oluşan sosyalist solun büyük bir bölümü, yanlış yola sapmış bir uvriyerizmi (işçicilik), yani, kapitalist sistemin en alttaki tabakasıyla bir bağ kurmaya çalışırken aslında mavi-yaka kültürünün kaba bir karikatürünü yücelten bir anlayışı benimsemiş durumda.
İşçi sınıfının daha ayrıcalıklı olan kesimine göre mavi-yaka işçilerin hayvan sömürüsüne karşı genel kayıtsızlığı onların belirleyici özelliklerden biri ki bu aslında açıkça bir aşağılama. Üstelik bu sosyalist sınıf anlayışına da aykırı. Sosyalistlere göre ekonomik gruplar, yeme alışkanlıkları, kültür ve hatta gelir düzeyine göre tanımlanamaz. Asıl belirleyici olan kişinin üretim araçlarıyla olan ilişkisidir.
Benim kişisel sınıf mücadelesi geçmişim de elbette kusursuz değil ancak utanacağım bir durum da olmadı. SocialistWorker.org’dan tutun da Z Magazine’ kadar pek çok solcu dergide yazılarım yayınlandı. Occupy hareketine etkin olarak katıldım ve bu nedenle birkaç günüm nezarethanede geçti. İşverenime sendikalaşmanın önünü kesmeye çalıştığı için dava açtım ve tazminat vermesini sağladım.
Mütevazı da olsa kendi payıma düşen katkıyı yaptığıma inanıyorum. Fakat ben aynı zamanda bir veganım ve sosyalist çevrelere bunu açıkladığım zaman bir soytarıymışçasına alaya alınacakmışım hissine kapılmaktan da artık gerçekten bıktım usandım.”
Kaynak: Gazetefersude
  • Hakkımızda
  • Künye

 

Başka Bir Denizli… Başka Bir Ülke… Başka Bir Dünya… MÜMKÜN…