Sefer MAVİGÖL
Psikolog
Neredeyse her yıl farklı isimler adı altında yapılan ve milyonlarca öğrencinin – başarılı olanlar dahi- yoğun bir kaygı ve ya korku yaşadığı LGS sınavı bu cumartesi yani şu an yapılıyor.
Peki, öğrencilerin başarılı olup olmamsı nelere bağlı? Sınav kaygısı ya da korkusu yaşayıp yaşamamaları hangi koşullar belirler? İyi ya da kötü puanın sahibi sadece öğrenciler mi? Zafere ortak olan veliler, öğretmenler, okullar, dershaneler varken; yenilgilerin, kötü puanların sahibi kim? Başarısız öğrencilerin arkasında okulun, velinin, eğitim sisteminin, ekonomik koşulların ve toplum yapısının katkısı nedir?
Şöyle olup bitene bir göz gezdirdiğimizde, bir dönem sadece sınavın olup olmayacağına dair belirsizliğin kendisi bile büyük bir kaygı nedenidir ve travmatik bir etki yaratır. Çünkü ruhsal travma tanımı içerisinde beklenmedik ve aniden olma özelikleri de vardır. Ayrıca zil çaldığında; cezaevinden kaçan mahkûmlar gibi okuldan kaçan öğrencilerin okulu nasıl algıladığıyla, yarısından fazlası kredi borçlarıyla boğuşan öğretmenlerin varlığı eğitim verenlerin durumuyla, PISA gibi uluslar arası sınavlarda her seferinde gerileyen puanlarımız eğitim sistemimizle ve yüksek puanlar çekmesini bekleyen ebeveynler ise bize toplumumuzla ilgili bilgi verir. Bunun üzerine geçen sene elli milyonun üzerinde anti-depresan ilaç kullanan bir toplumu düşündüğümüzde de kaygıların, korkuların arkasında yatan tabloyu daha net görmeye başlarız. İşin daha kötü tarafı bu işleyiş üzerinden para kazanan özel ve tüzel kişiler var. İçerik ve nitelik bakımından tek tipçi, cinsiyetçi bilimden uzak müfredatı ezberleten dershaneler ve okullar var. Sınav kaygınsın kaynağını sorgulamak yerine “Sınav Kaygısı Terapisi” adı altında bu sürecin normalleştirilmesine katkıda bulunan uzmanlar var.
Sanki kurumsal ve toplumsal yapıların işleyişi tam ve sanki tozpembe bir ekonomik tablo içerisinde gelecek garantisi verilmiş olan çocuklarda bu kaygı ve korkular kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.
Klasik bakış açısından değerlendirme yapan bazı uzmanlar çocuklardaki sınav kaygısını genellikle şu tür nedenlere bağlarlar: Öğrencilerin sınava tam olarak hazırlanmaması, yeterince ders çalışmamaları, kendini başkalarıyla kıyaslıyor olmaları, geçmiş başarısız sınav deneyimleri ve kendisi için önemli olanları memnun etme isteği vb. Tabi bunların yanında dış etkenleri de sıralarlar: Anne-babanın yüksek ve gerçekçi olmayan beklentileri, öğrenci eğer iyi bir puan getiremezse ebeveynleri tarafından yargılanacağı ve küçük düşürüleceği inancıda kaygı yaratır derler. Fakat çoğu uzman bunların arkasında yatan nedenle ilgilenmek istemezler. Çocuklar kaygılanır çünkü sınavı kazanamazlarsa geleceğe dair özellikle ekonomik olmak üzere birçok “korku” yaşamaktadırlar. Ebeveynler kaygılanmaktadır çünkü onlarda çocuklarının geleceğiyle ilgili aynı korkuları yaşamaktadırlar. Cinsiyetleri, ekonomik gelirleri, dilleri, inançları ve hatta gelişim dönemlerindeki farklılıklarının hiç birinin göz önün alınmadığı adaletsiz bir yarışın içine milyonlarca çocuk ve aileleri sokulmaktadır. Fakat çoğu alan uzmanının ilgisini ve eleştirisini bunlar çekmemiştir. Ortada bir günah keçisi varsa bu; derslerini yeterince çalışmayan, zekâsında sıkıntı olduğu düşünülen ve ya kaygısını kontrol edemeyen öğrencilerdir. Nihayetinde herkes aynı sınava tabi tutulmaktadır bu yeterince eşit ve adildir.
Mesele sadece sınav “kaygı” meselesi de değildir. Başarı odaklı insan yetiştirmenin hâkim olduğu toplumumuzda hedefe ulaşmak için etik değerler herkes tarafından yerle bir edilir. Araştırmanın, sorgulamanın, sosyalleşmenin, paylaşımda bulunmanın ve hobiler edinmenin kişilik yapısında olumlu katkısı çok büyük olan bu dönemde öğrenciler rekabetçi, acımasız, paylaşımdan uzak bir dünyaya itilirler. Kısa zaman içinde çocuklarda bu savaşın kurallarını öğrenir ve oyunu kurallarına göre oynama ya başlarlar. Aynı soluğu paylaştığı sınıf arkadaşını rakibi olarak görmeye başlar, en yakınındakinin başarısızlığın dahi bir fırsat olarak değerlendirir. Kazanmak ve başarmak uğruna çocuklar kendilerini dünyadan soyutlar, yalnızlaşır ve geniş bir spektrumda semptomlar ortaya çıkarırlar. Sürekli olarak gergin, endişeli, hassas ve asosyal bir yaşam sürerler. Zamanla bu baş ağrılarına, sırt ağrılarına, uyku bozuklarına tırnak yeme davranışına dönüşür ve panik atak gibi daha birçok hastalığa da dönüşebilir. Hatta birçok çocuk mevcut kaygılı ve stresli durumla baş edebilmek için başta sigara olmak üzere madde kullanımına başlayabilir. Problem çözme becerileri zayıfsa kendine zarar verecek davranışlar sergileyebilir ki her sene sınav kaygısından kaynaklı intihar girişimleri olduğunu biliyoruz. Başarısız olduklarında ise kendilik algısındaki değeri düşebilir.
Başarıyı elde etmek için ebeveynler de boş durmazlar. Yarış atına dönüştürülmüş çocuklar arkadaşlarından geri kalmaması ve derse daha çok odaklanmaları için psikiyatrik ilaçları şeker gibi çocuklarına vermeye başlarlar. Bir dedektif gibi çocuklarını takip eder, ders çalışma programları oluştururlar. Günde kaç soru çözdüğü, kaç test kitabı aldığı, derslere katılıp katılmadığı, deneme sınavlarının sonuçlarının ne olduğunu gün aşırı takip ederler. Uyku saatini biyolojik ihtiyacına göre değil ders programına göre ayarlarlar. Beslenmesinin arkasında yatan saik çocuğun sağlıklı büyümesi değil “zihin açıklığı” kaygısıdır. Hangi yemekler ya da meyveler odağı artırır, hangilerini yememelidir, hangi müzikleri dinlemesi zekâsını artırır, arkadaşlarıyla en az kaç saat görüşmelidir. Günde kaç saat masa başından ayrılmadan oturmalıdır. Aslında iyi bir öğrenci bütün gün ders çalışan öğrencidir.
Çoğu aile çocuğun ergenliğe geçişiyle beraber ihtiyaç duyduğu iradeleşmeye yani bir şeyleri kendi başına yaparak özgüven kazanabilmesi için kendisinin bilgisine, önerilerine, fikirlerine ve gündelik hayata bakışına saygı göstermeyi aklından bile geçirmez. Aynı zamanda vicdani ve etik gelişimi için zorunlu olan sosyalleşmeyi, bilgi paylaşımını, karşı cinsi tanıma fırsatını görmezler ya da görseler bile desteklemezler. Kısacası bir sınav başarı uğruna öğrencinin çocukluğunu ve sağlıklı gelişimini ellerinden alırlar.
Birçok aile çocuklarındaki öfke patlamalarına, mizaç değişikliklerine, uyum problemlerine, aşırı internet kullanımlarına ve kötü alışkanlıklara buluşmasına anlam veremezler. Genel olarak aile her şeyi eksiksiz yapmıştır, her şey doğrudur ama çocuktaki bu davranışların nedenini anlamamaktadırlar. Şikâyetçi olarak terapiye gelirler. Birçoğu bunun altında yatan nedenleri konuşmak yerine derhal düzeltilip gelecek sınava amade bir biçimde yetiştirilmelerini isterler. Bu kısır döngü çoğu kez devam eder ailenin en güçsüzü yavaşça sağlığını ve kişiliğini kaybetmeye başlar. Peki ya niçin? Tüm derslerinden ve sınavlarından başarıyla geçse dahi atanma ve ya iş bulma olasılığı çok düşük olan ve gittikçede düşmekte olan bir yola girmek için. Her yıl yüz binlerce üniversite mezunu işsiz öğrencilerin gittiği yol için. Tüm bunların sonunda buna değiyor mu diye sormak gerekir. Çünkü hayatı onurlu bir şekilde yürütmenin yollarından sadece bir tanesi okulda iyi bir eğitim alıp diploma sahibi olmak ve sonra işe başlamaktan geçmektedir. Neyse ki hayat tek seçeneğe dayalı bir yol değildir ve insan emeğine dayalı binlerce yürünecek yol vardır.
Yine yapılacak olan sınavın gerçekliğini göz önünde bulundurduğumuzda “sınav kaygısıyla baş etmek” ile ilgili birkaç psikolojik bir şeyler söylemek meslekte olan biri olarak benim için elzemdir. Kimi sınav kaygısı der kimi sınav korkusu aradaki fark nedir diye sorarsanız. Kaygı ve korkunun arasındaki farktır. Genel olarak kaygı bozukluklarında kişiyi kaygılandıracak bir nesne yoktur aslında. Kaynağı belirsiz korkuya “kaygı” denir. Kaynak belliyse ortada kişiyi korkutacak bir nesne var ise bir kaygı bozukluğundan bahsedemeyiz. Bu açıdan bakıldığında mevcut sınava karşı oluşan duygular kaygıdan ziyade korkudur çünkü ortada kişiyi korkutan “gerçek” bir durum vardır. Haliyle yaşanan olumsuz duygular kişinin kendisinden değil sınavdan, sınav sisteminden ve işleyişinden, sınavla gelecek arasında bağ kurulmasından, sınava atfedilen değerden, kazanılmaması durumunda bir geleceğinin olmayacak oluşundan müteşekkil olan korkudur. İşte bu korku “gerçek bir nedene” dayalıdır. Zaten herhangi bir öğrenciyle sohbet ettiğinizde bunları rahatlıkla duyabilirsiniz. Tanıyı doğru koymak, tanımı doğru yapmak çok önemlidir çünkü izlenecek olan yöntemi belirler. Burada düzeltilmesi, iyileştirilmesi ve sağaltılması gereken çocuk değil sınav sistemidir. Sadece bunu bile çocuğa söylediğimizde hastanın, hatalının ve ya yanlış olanın kendisi olmadığını bilmesi onda bu korkuyu yenmesinde büyük yardımı olacaktır. Çocuğunuza aynı şu cümleyi kurabilirsiniz “Kaygılandığını, korktuğunu biliyorum ve bu konuda haklısın. Bu koşulların herkes için eşit olmadığı bir sınav. Sen ise bu adil olmayan sınava gireceksin. Getireceğin iyi ve ya kötü puanında tek sahibi sen değilsin, hepimiziz. Sonuç her ne olursa olsun biz senin yanında olmaya ve seni sevmeye devam edeceğiz. Bu durumu hep beraber atlatacağız”. Ebeveynler gerçekçi olmayan beklentilere girmemeli, mükemmeliyetçi olmamalı, “Ben çocuğuma güveniyorum o başarır.” gibi cümleler kurmamalı. Bir çocuğun başarısından ziyade emeği çabası ve mücadelesi takdir edilmedir. Bir cümle kurmak gerekirse “bütün yıl boyunca elinden geleni yaptın, çabaladın, ders çalıştın ve emek verdin. Bu gerçekten bizim için takdir edilecek bir durum. Sınav sonuncun her ne olursa biz annen ve baban olarak senin nasıl çalıştığını gördük ve hep senin yanındayız”. (Haziran 2018)
Devam edecek…
Psikolog Sefer MAVİGÖL
Başka Bir Denizli… Başka Bir Ülke… Başka Bir Dünya… MÜMKÜN…