Yalın Sağlık (8): Sağlıkta emek mücadelesinin öznesi ve stratejisi

“Sağlık emekçileri ve sağlık endüstrisi arasındaki uzlaşmaz çelişki söylemle veya ideolojiyle yaratılmamıştır. … Kapitalist medeniyete karşı verilecek mücadelenin öznesini, bilgisini, dönüştürücü ve yıkıcı gücünü emek sürecinin çelişkileri ve işçi sınıfının maddi çıkarları belirlemektedir.”

Sağlık hizmet sürecinin ‘yalın sağlık’ uygulamaları ekseninde incelenmeye çalışıldığı bu yazı dizisinde esas olarak sağlığın meta karakteri, sağlık emek sürecinin dönüşümü ve emek denetim mekanizmaları vurgulanmaya çalışıldı. Bu vurgular iki temel unsur açısından kritik değere sahip; sömürünün kaynağının tespiti ve mücadelenin yöntemi. Sağlıkçıların kamu veya özel fark etmeksizin çalıştıkları tüm kurumlarda sömürü ilişkisi içinde olduklarının tespiti, mücadele yöntemi açısından doğrudan belirleyicidir.

Nitekim Türkiye’de seçim süreci ve sonrası TL’deki değer kaybıyla kriz tartışmalarının alevlendiği bugünkü ortamda, siyasi iktidar ve sermaye grupları ‘aynı gemideyiz’ metaforuna güçlü bir şekilde sarılma ihtiyacı duymaktadır. Türkiye ekonomisinin yaşadığı yapısal krizi ‘dış güçler’in saldırısı olarak resmedip milliyetçi şoven politikalarla tüm sömürü ilişkileri ve sınıfsal konumları görünmez kılmak, burjuvazi ve AKP iktidarı için daha hayati bir önem kazanmıştır. Bu nedenle, bu yazı dizisinde konu edilen sağlık emekçilerinin emek süreci tartışmaları, sömürü ilişkilerini netçe açığa çıkararak mücadelenin yöntemlerini bu temelden belirlemenin önemini bir kez daha ortaya koymaktadır.

Mücadelenin dili, ‘aynı gemideyiz’ ideolojisinin hegemonyasını kırabilmek için anti-kapitalist vurguları esas almalıdır. Mücadelenin pratiği de sermayenin emek denetim politikalarını hedef alıp işçi denetimini arttırarak sınıf bilincini yükseltmek ve ezilen tüm toplumsal kesimlerin hiçbir yakıcı problemini ötelemeden işçi demokrasisi temelinde bir mücadele hattı kurmayı hedefleyebilir. Burada her ne kadar sağlık emekçileri özelinde değerlendirmeler yapılsa da aynı tespitler işçi sınıfının tümüne genellenebilir. Sağlık emekçileri üzerinden mücadelenin dili ve pratiğine bakarak ilerleyelim.

Sağlık emekçilerinin mücadelesinin dili anti-kapitalist olmalıdır

Marx’ın ekonomi politiğe dair incelemelerinin, klasik iktisattan ayrılarak işçi sınıfının devrimci teori ve pratiğinin rehberi haline gelmesinin en önemli nedeni kapitalist üretim ilişkilerinde sömürünün kaynağını tespit etmiş olmasıdır. Sermaye birikiminin yani artık değerin kaynağı işçilerin karşılığı ödenmemiş emeğidir. Bu tespitin önemi hâlâ tüm yakıcılığıyla güncelliğini korumaktadır. Sağlık emek örgütlerinin bugünkü mücadelesindeki söylem ve pratikleri bu açıdan değerlendirilmelidir. Örneğin sağlıkta dönüşüm programına dair eleştirilerin merkezinde olan kavramların ‘piyasalaşma’, ‘ticarileşme’, ‘özelleştirme’, ‘rant’ ve ‘yolsuzluk’ olması, sömürü ilişkilerinin göz ardı edilmesine neden olabilecek kritik bir handikap barındırır. Kapital’den bir alıntıyla yol alırsak:

‘Her tür artık değer, sonradan kâr, faiz, rant vb. gibi hangi özel biçimde billurlaşırsa billurlaşsın, özü itibariyle, karşılığı ödenmemiş emeğin maddeleşmiş biçimidir. Sermayenin kendi kendini değerlendirmesinin sırrı, onun, başkalarının belli bir miktar karşılığı ödenmemiş emeği üzerindeki tasarruf yetkisi olarak kendini açığa vurur.’ (1)

İşte tam da meselemiz; bu ‘sırrı’ deşifre etmek ve bu ‘tasarrufu’ ortadan kaldırmaktır. Bu noktada mücadelenin kavramları belirleyicidir. Sağlıktaki metalaşma süreçlerini es geçerek mevcut uygulamaları kamu kaynaklarının sermayeye aktarılması, peşkeş çekilmesi veya sağlığın rant alanına dönüştürülmesi olarak okumak gerçeğin sadece bir parçasını görmek olur. Hele ki eleştirel değerlendirmelerin merkezine bu argümanları oturtmak eksikliğin ötesine geçerek sağlıktaki metalaşmayı, kapitalist üretim ilişkilerini ve kapitalist devlet mekanizmasını görünmez kılmaya başlar. Ticarileşme ve piyasalaşma kavramlarını metalaşma ile eş anlamlı kullanmak artı-değer oluşum mekanizmasını ve dolayısıyla sömürünün kaynağını gizlemektedir. Söz konusu olan devletin işletmeleştirilmesi ve kamusal alanın sermayeye değer yaratan bir sektöre dönüştürülmesidir. Sağlık muhalefetinin söylemlerinin eksik veya bütünü görmeyen bir çerçevede kalması sadece fikri bir tartışma konusu değildir. Bu çerçeve aynı zamanda mücadele zeminini ve yöntemlerini de belirler. Mücadele, kapitalist sistemin içerisinde tanımlanmış hukuk kurallarına uymayan siyasi iktidar politikaları ve sermaye hareketlerinin deşifre edilmesinden ibaret kalır. Kuşkusuz bu da sermayeye karşı bir mahiyettedir ancak mücadeleyi hukuk ve etik değerlere kısıtlar. Mücadelenin itici öznesi işçi sınıfı olmaktan çıktığı gibi mücadele zemini de emek-sermaye çelişkisi olmaktan uzaklaşır. Bu belirlenimin mücadele pratiklerini nasıl etkilediğini somutlayarak örneklendirebilmek için ‘sağlık çalışanlarının sağlığı’ ve ‘ücret’ gündemleri ve mücadele yöntemi olarak işçi denetimi üzerinde durulacaktır.

Çalışırken sağlıklı kalabilmenin yolu işçi denetiminden geçiyor!

Sağlık çalışanlarının sağlığı (SÇS), emek sürecindeki denetimi işçi lehine arttırmak ve sömürü ilişkilerini ortaya dökerek mücadele alanını güçlendirmenin önemli bir gündemidir. Sağlıkçıların çalışma koşullarının taşıdığı yüksek riskler, sağlıkta şiddet ve intihar gibi nedenlerle yaşanan sağlıkçı ölümleri ve meslek hastalıkları değerlendirildiğinde sağlık hizmet sunumunun yönteminin sağlıkçılar için sağlıksızlık kaynağı haline geldiğini söyleyebiliriz. Bunun en çarpıcı kanıtını maalesef sağlıkçı intiharları oluşturmaktadır. Türkiye’de son 3 yılda 431 sağlık çalışanı intihar etmiştir. (2)

Yalın sağlık uygulamalarıyla emek yoğunluğundaki bu denli artış sağlıkçıları çalışırken tüketmektedir. Sağlıkta şiddet ise sağlıkçıların gündelik pratiğinin parçasına dönüşmüştür. Sadece Sağlık Bakanlığı’nın ‘Beyaz Kod’ verileri dahi her gün yüzlerce sözlü ve fiziksel şiddet vakasının yaşandığının kanıtıdır. Çalışırken katledilen hekimler bu durumun çarpıcı sonuçları arasındadır. Sağlıkta şiddetin bu denli sistematik bir hal almasının en önemli sebepleri yukarıda detaylandırılmaya çalışılan yalın sağlık uygulamalarında gizlidir. Sağlıktaki metalaşma sonucu ortaya çıkan bu sağlık ortamı sağlıkçıların hasta ve yakınları ile olan ilişkisini doğrudan tehdit eder niteliktedir.

Hasta-sağlıkçı ilişkisi ‘kalite’ uygulamalarıyla suni hale getirilmiş, toplum gözünde sağlık emeği alabildiğine değersizleştirilmiştir. Toplumun sağlıkçılara yönelen öfkesi aslında sağlık sistemine olan tepkisidir. Ancak sağlıktaki metalaşma ve sömürü ilişkileri görünmez kılındıkça bu tepki sağlıkçılara şiddet olarak kendini göstermektedir. Bu nedenle sağlıkta şiddetle mücadelede güvenlikçi politikalar her ne kadar hayati önemde de olsa sadece bu çerçevede sınırlı kalınmamalıdır. Bunu aşan ve sağlıkta şiddetin kök nedenleri olan yalın sağlık uygulamalarının deşifre edildiği, işçi denetimini arttırmayı hedefleyen bir mücadele perspektifi geliştirilmelidir.

Peki, SÇS konusunu böylesine bir mücadele sürecine nasıl dönüştürebiliriz? Sağlıkta şiddet üzerinden ilerleyecek olursak; örneğin, sırada onlarca hastanın olduğu bir poliklinikte öfkeli bir hasta yakını tarafından bir tıbbi sekreterin maruz kaldığı şiddet olgusu ‘iş kazası’ kapsamında ele alındığında SÇS alanının mücadele dinamikleri görünür hale gelir. 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu gereği iş kazalarının önlenmesi için her işyerinde bir dizi mekanizma tanımlanmıştır. İlgili yönetmelik uyarınca iş kazalarını ve meslek hastalıklarını önlemek için ‘risk değerlendirmeleri’ yapılmış olması gerekir. O işyerindeki sendikaların risk değerlendirmelerinin oluşturulma sürecine müdahil olma hakları vardır. Bu durumda SÇS konusunu işçi denetiminin ve emek sürecine müdahalenin aracı olarak gören bir sendika, riskin doğru değerlendirilmesinde etkin rol alabilir. Yani şiddet olayının meydana geldiği alanın fiziki şartları ve güvenliği yanı sıra poliklinik yoğunluğunun (emek yoğunluğunun), hastaya ayrılan sürenin (nitelikli sağlık hizmeti sunabilme olanağının), sağlıkçıları yoğun çalışmaya iten ücretlendirme politikalarının (performansla ücretlendirme) vb. şiddetin ortaya çıkmasında birer risk faktörü olduğu sendika tarafından ortaya koyulabilir. Bu süreç risk değerlendirmelerinde sağlık politikalarının yer almasını ve tartışmaya açılmasını sağlayabilir. Yine 6331 sayılı yasaya göre hastanelerde iş sağlığı ve güvenliği kurullarının oluşturulması gerekmektedir. Bu kurullarda sendika temsilcileri ve çalışan temsilcileri kurul üyesi olarak yer almaktadır. Şiddet olgularının risk faktörleri olarak sağlık sisteminin yalın üretim uygulamaları kurul gündemlerine taşınabilir. İşverenin temsil edildiği bu kurullar sağlık emek sürecinde işçi denetimini arttırmanın önemli bir zeminine dönüştürülebilir. Bu kurul denetiminde düzenlenen ve tüm çalışanlara verilmesi gereken iş sağlığı ve güvenliği eğitimlerinde yalın sağlık politikalarının tartışmaya açılması sağlanarak tüm sağlıkçılara ulaşmanın zemini yaratılabilir. Bu kapsamda iş kazalarının bildirimi, hukuki süreçlerin takibi, çalışan temsilcisi seçim süreçleri gibi birçok başlık sayılabilir.

Fiziksel, kimyasal, biyolojik, ergonomik, psikososyal tehlike ve risk faktörleri düşünüldüğünde çalışma hayatının her anı ve her uygulaması çalışan sağlığını doğrudan veya dolaylı olarak etkileyen çok sayıda etmenle doludur. Bu nedenle SÇS konusu bir mücadele gündemi olarak alındığında, çalışma hayatının her anı aynı zamanda bir mücadele sürecine dönüşmektedir. SÇS gündemi teknik ve hukuki bir konu olarak algılanmaktan çıkartılarak sendika ve meslek örgütlerinin işyeri örgütlenmelerinin emek sürecine doğrudan müdahale aracına dönüştürülebilir. Çalışan sağlığı meselesini yalnızca iş cinayetleri ve meslek hastalıkları çerçevesinde değerlendirmek sadece sonuçlarla ilgilenmemize sebep olup emekçileri konuya dışsallaştırdığı gibi, mücadeleyi de hukuk çerçevesinde sınırlar. Riskleri belirlemek, tehlikeyi kaynağında engellemek için örgütlenmek ve çalışma hayatını sağlıksızlaştıran kapitalizme özgü sömürü ilişkilerini esas almak, işçi denetimini arttırarak sınıf mücadelesini güçlendirmenin zeminini yaratacaktır.

Ücret varsa, sömürü vardır!

Ücret mücadelesi işçi sınıfı tarihinde her dönem önde gelen gündemler arasında yerini almıştır. Sınıf mücadelesi içerisinde ücret gündemi sadece niceliksel olarak arttırılması talep edilen bir unsur olarak yer alırsa bu süreç sınıf ilişkilerini gizleyen, emek-sermaye çelişkisinin üzerini kapatan ve kapitalist üretim ilişkilerini yeniden üreten sistem içi bir özellik kazanır. Oysaki ücretli emek, sermayenin toplumsal emek üzerinde tahakküm kurma halidir. Kapitalist üretim ilişkilerinde işçinin emek gücü kapitaliste ücret karşılığı satılır. Bu metnin ana vurgusu olduğu üzere üretim sürecinde artık değerin yani sermaye birikiminin kaynağı emekçilerin karşılığı ödenmemiş emeğidir. Sermayenin varoluş koşulu da artık değerin var olmasına yani toplumsal emeğin bir kısmına (artık emek) el koyulmasına bağlıdır. Ücreti niceliksel olarak arttırmaya yönelik tüm mücadeleler kuşkusuz artık değeri azaltarak sermayeyi doğrudan hedef alır. Ancak bu mücadele ‘adil ücret’ yaklaşımına daraltılırsa, emek-sermaye çelişkisini reddederek işçi sınıfını zihinsel olarak da kapitalizme hapseder. Bu nedenle ‘ücret’ özü itibariyle sömürü ilişkilerinin ispatıdır. Ücreti bu özden farklı ele almak sömürü ilişkilerinin de üstünü örtmeye hizmet eder.

Ücret aynı zamanda emek süreci üzerinde bir denetim aracıdır. Zamana göre ücretlendirme, parça başı ücretlendirme yöntemleriyle emek süreci kapitalist tarafından belirlenmiş olur. Sağlık emekçilerinin mücadelesinde ücret gündemi sömürü ilişkilerini deşifre etme unsuru olarak ele alınmalıdır. İşçi ile işgücü ya da somut emek-soyut emek ayrımı yapmadan sadece somut emek üzerinden yapılacak mücadelenin temel referansı üretim gibi görünse de dolaşım alanı olacaktır. Daha fazla tüketme ya da yaşam düzeyinin arttırılması ya da ‘insan gibi yaşamak’ vurguları, doğrudan sorunu fiyat mekanizmasına ve ücret pazarlığına taşır. Emeğin kapitalist toplumdaki soyut ve sosyal boyutunu işaret etmeyen her analiz-mücadele, nihai olarak emeğin metalaşması/nesneleştirilmesini meşrulaştırıcı, kabul edici bir rol oynar.(3)

Nitekim hastane önlerindeki eylemlerimizde dile gelen ‘Hakkımız olanı istiyoruz’ ‘İnsanca yaşamak istiyoruz’ gibi sloganlar böylesine bir eksikliğin tezahürüdür. Sağlıkçıların performansa göre aldıkları ek ücretlerin arttırılması, kazanım elde etme ve örgütlenme zeminini genişletmek açısından taktik olarak talep edilebilir ancak performans uygulamalarının emek yoğunluğunu nasıl arttırdığı ve bunun sonuçları olarak sağlıkçıların çalışma şartlarındaki olumsuzlukları oldukça net ifşa eden bir zemin üzerinde olmak kaydıyla. Performansa göre ücretlendirmenin sağlık hizmetinin niteliğinde ortaya çıkardığı tüm olumsuzluklar bizzat sağlıkçılar tarafından ortaya dökülmelidir. Bu, sağlıkçıların kendi emeği üzerindeki sermaye denetimini hedef almanın ve işçi denetimini arttırmanın etkili bir aracına dönüştürülebilir.

Yazı dizisinin 5. bölümünde sağlıkta performans uygulamalarının hekim emeği üzerinde ve bunun belirleyici konumuyla tüm sağlıkçıların emeği üzerinde emeğin yoğunlaşmasını nasıl sağladığına ve sermaye birikim sürecine nasıl kaynaklık ettiğine bu sebeple ayrıntılı olarak değinildi. Örneğin hastaya nitelikli hizmet için gerekli zamanın ayrılması, öykü alma ve fizik muayenenin gereğince yapılması sağlık hizmetinin ‘kullanım değeri’ yaratan özelliğine sahip çıkmak demektir. Bu, performansa göre ücretlendirme politikalarına direnç oluşturacağı gibi aynı zamanda sağlıkçıların kendi emeği üzerindeki denetimini yani ‘işçi denetimini’ arttıracaktır. Böylelikle yalın sağlık politikalarının en önemli dayatmalarından olan emek yoğunluğunu arttırma uygulamalarının engellenmesi sağlanabilir. Ancak biliyoruz ki, sağlığa talebin bu denli kışkırtıldığı bir ortamda, hastanelerde hayata geçirilecek bu tutum sağlıkçıları sürekli maruz kaldıkları şiddetin daha fazla hedefi haline getirebilir. Bu nedenle sağlık hizmetlerinin kullanım değeri taşıyan özelliklerini sahiplenerek işçi denetimini arttırmayı amaçlayan bu tutum, sınıf bilinciyle, örgütlenmeyi amaçlayan ve sermaye politikalarını hedef alan bir sendikal zeminde hayata geçirilebilir. Sağlıkçıların kendi emekleri üzerindeki denetimi arttıkça, sağlık hizmetine olan talep de gerçek ihtiyaçlar kapsamında o denli azalacaktır. Özetle ücret mücadelesi, ücretin kapitalist sistemdeki rolü esas alınarak, sağlıkçıların sağlık hizmetinin işlevine sahip çıkan, değersizleştirilmesine karşı duran, emek yoğunluğunun arttırılmasını engelleyen, işçi denetimini arttıran mekanizmalarla sınıfsal ve sendikal bir zeminde örgütlenmenin aracı olabilir.

Ücret, SÇS haricinde aynı tespitler sendikal mücadelenin diğer başlıkları için de çoğaltılabilir. Burada vurgu yapılmak istenen emek sürecine müdahale eden, emek denetimini işçi sınıfı lehine çevirmeye odaklı bir mücadele sürecinin gerekliliğidir. Görüldüğü üzere, kapitalizmin sağlık politikalarına karşı kullanılan kavramları seçerken veya ücret, işçi sağlığı gibi mücadele gündemlerini kurgularken sömürü ilişkileri ve emek-sermaye çelişkisi esas alındığında mücadele pratikleri de bu doğrultuda şekillenmektedir.

‘Sınıf’ mı? ‘Çokluk’ mu? Devrimci özne kim?

Sekiz parçadan oluşan bu yazı dizisinde sağlık emek süreci ekseninde yapılan değerlendirmeler sağlık emekçilerinin mücadele yöntemlerini belirlediği gibi aynı zamanda sosyalizm mücadelesinin ’Ne Yapmalı’ tartışmalarının da merkezindedir.

Bir dizi soruyla açıklamak gerekirse; Sömürü ilişkisi, sağlıkçıların mücadele yöntemini neden ve nasıl belirler? Mücadele sınıf eksenli mi olmalıdır? Yoksa sağlığın toplumsal bir hak olduğundan hareketle sağlıkçıların mücadelesi bir ‘halk hareketi’ kurgusunda mı olmalıdır? Ya da sağlıkçıların emeği ‘maddi olmayan emek’ kapsamında ve hizmet emeği olması nedeniyle sağlıkçılar işçi sınıfına dahil edilemezler mi? Eğer sağlıkçılar işçi sınıfına dahil iseler sınıf mücadelesinin tarihsel önemini kaybetmesi nedeniyle artık yeni devrimci özne olan ‘çokluk’un içerisindeki gruplardan biri olarak mı ele alınmalıdır? Özetle sağlık emekçilerinin ya da daha genelde proletaryanın mücadele pratikleri ‘radikal demokrasi’ başlığı altında ele alabileceğimiz yaklaşımlardan ne düzeyde etkilenmektedir?

Bu soruları artırabiliriz. Bu yazıda bu soruların yer alma sebebi sağlık emek örgütlerinin mücadele stratejisinin bu eksende tartışmaya açılmasına katkı sağlamaktır. Çünkü bu tartışma, devrimci öznenin nasıl tanımlandığından kim olduğuna, devrimci stratejinin ne olduğundan nasıl uygulanacağına kadar tüm süreçleri doğrudan belirlemektedir. Bu yazı dizisi sağlık emek sürecini, emek denetim mekanizmaları ve sömürü ilişkileri süzgeciyle inceleyerek bu sorulara kendince cevabını vermektedir.

Bu cevapları yine sağlık emekçileri üzerinden örneklerle özetlemek gerekirse; emeğinden başka satacak bir şeyi olmayan, emeği karşılığında aldığı ücretle yaşamını sürdüren, sağlık sektöründeki üretim araçlarına sahip olmayan tüm sağlıkçılar işçi sınıfına dahildir. Üretim araçlarının özel mülkiyetinin sağlık sermayesinde bulunması ve buna karşılık sağlık hizmetlerinin üretimini yüzbinlerce sağlık emekçisinin yapıyor olması (yani üretimin toplumsallığı) emek ve sermaye arasındaki yapısal çelişkinin en az dün olduğu kadar bugün de devam ediyor olduğunun en açık göstergesidir.

Sağlık emekçileri ve sağlık endüstrisi arasındaki bu uzlaşmaz çelişki söylemle veya ideolojiyle yaratılmamıştır. Tarihsel olarak gelişen üretim ilişkilerinin sonucunda ortaya çıkmıştır. Bu nedenle bir sermaye imparatorluğu halini almış olan kapitalist medeniyete karşı verilecek mücadelenin öznesini, bilgisini, dönüştürücü ve yıkıcı gücünü emek sürecinin çelişkileri ve işçi sınıfının maddi çıkarları belirlemektedir. Bu, işçi sınıfının sırtına ideologlarca yüklenmiş, söylemle yaratılmış özel bir görev değildir. Kapitalist uygarlığın var ettiği sömürü ilişkilerinin sonucudur. Ancak, kapitalist uygarlığın yarattığı ‘kendiliğinden işçi sınıfıdır’, ‘kendisi için’ sınıf değildir. Bu güne kadarki işçi sınıfı mücadelesi, tüm sosyalizm deneyimleri de dahil edilerek ve bugünkü dünyada sermayenin hükümranlığı göz önüne alınarak ‘başarısız’ olarak kabul edilecekse buradan çıkarılacak sonuç artık işçi sınıfının olmadığı değildir. Doğru çıkarım, işçi sınıfının kapitalist uygarlığı yok edecek düzeyde ‘kendisi için sınıf’ olamadığıdır. Kapitalist sömürü varsa sınıf mücadelesi de hayatın her alanında ve anında vardır.

‘Hak temelli’ yaklaşım mı? Sınıf mücadelesi mi?

Radikal demokrasi hattından köken olarak farklı ama tarzının dolaylı olarak etkilendiği söylenebilecek bir diğer hat ise ‘hak temelli’, ‘neoliberalizm’ vurgulu yapılanmalardır. Burada sınıf merkezli bir dil yerine ‘hak temelli’ bir yaklaşım ve doğrudan kapitalizm karşıtı bir konum yerine de İMF, Dünya Bankası gibi kurumları hedef alarak sorunların kaynağını neoliberalizmde gören bir hattan bahsedilmektedir. Bu hattın bir ucu sosyal devlet savunusuna kadar uzanırken yelpazede küreselleşme karşı hareketler de yer almaktadır. Ancak hak temelli bir yaklaşımla neoliberalizm karşıtlığını merkeze alan bir tarz, sosyalist solda da ağırlıklı bir yer edinmektedir. Sağlık muhalafeti üzerinden örneklendirecek olursak; mücadelenin ana kurgusu ‘sağlık hakkı’ olarak belirlenmektedir. Talepler de doğrudan Anayasa’da belirlenen sağlık hakkının hayata geçebilmesine yoğunlaşmaktadır. Sağlık hizmetlerinin eşit, nitelikli ve ulaşılabilir olması, sağlığı bozan tüm faktörlerin ortadan kaldırılması için devleti anayasal görevini yapmaya davet ederek bir hak-halk hareketi örgütlenmesi yöntem olarak benimsenmektedir.

Bu yaklaşım hegemonik mücadelenin taktik bir parçası olarak görüldüğünde ilerletici olabilir. Ancak mücadele bundan ibaret algılanacak şekilde hak temelli yaklaşım merkezileşirse; sağlık emek süreciyle ilişki dışsallaşır, sömürü ilişkileri ikincilleşir ve sınıf mücadelesi önemsizleşir. Devletin kapitalist karakteri ve kapitalist üretim ilişkileri görünmez olmaya başlar. Buradan hareketle bugüne kadarki sol mücadele tarihimizin toplumsal taleplerine, sınıf mücadelesi ve sömürü ilişkileri zemininde sahip çıkmanın yollarını tartışmaya açmamız gereklidir.

‘Endüstriyalizm’le emek sürecinde yüzleşmeden ‘Doğal sağlık’ inşa edilebilir mi?

Yalın sağlık uygulamaları özelinde sağlık emeği üzerinde yapılan bu değerlendirmeler emek süreci tartışmaları boyutuyla, Kürt Özgürlük Hareketi’nce sahiplenilen demokratik özerklik programının inşa süreciyle de yakından ilişkilidir. Bu tartışmanın ayrıntıları bu yazının boyutunu aşmakla beraber bahsi geçen kritik ilişkiyi vurgulamak için kısaca değinilecektir.

Demokratik özerklik projesi kendisini radikal demokrasi çerçevesinde tanımlayarak sınıf mücadelesi ve emek-sermaye çelişkisine mesafeli kalmıştır. Sağlık konusu demokratik özerkliğin en önemli inşa süreçlerinden birisidir. ‘Doğal sağlık’ perspektifiyle toplumsal sağlığın, sağlık hizmetlerine indirgenemeyeceği yaklaşımı bu hareketin en önemli ve en kıymetli iddiasıdır kuşkusuz. Bununla beraber kapitalist medeniyetin sağlık hizmet sunumu aracılığıyla toplumda yarattığı sağlık algısıyla mücadele edebilmemiz için sağlık emek sürecinin hegemonik konumunu ciddiye almamız gerekir. Marx’ın meta fetişizmi ve yabancılaşma kavramları bu açıdan kritiktir. Marx için artık-değer üretimi, yalnızca sermaye birikimi sağlamaz, aynı zamanda egemenlik mantığını da içermektedir. Kapitalist emek süreci, yalnızca üretim ilişkilerinin yeniden üretim alanını içermez, aynı zamanda siyasal süreçleri de içerir. (4) Marx’ın değer teorisinin özgün yönü olan emeğin ikili karakterine vurgusu (somut-soyut emek) bunu açıklar niteliktedir.

Sadece somut emek üzerinden bir inceleme yürütülürse indirgemeci ve ekonomizme varan bir Marksizm tahliline ulaşılır. Sadece somut emekten değil, somut emek ile ilişkili soyut emeğin belirlediği gerçeklik üzerinden hareket edilmesi, politik açılımın en önemli belirleyenidir. Soyut emeğin egemenliği, insanın üretim süreci üzerinde değil, üretim sürecinin insan üzerinde hakimiyet kurduğu bir toplumsal formasyona işaret eder. (3)

Demokratik özerklik projesinin ‘endüstriyalizm’ başlığında eleştiriye tuttuğu sermaye yapılanması, yaşamın tüm politik süreçlerini de belirlemektedir. Bu perspektifle sağlık hizmetleri özelinde baktığımızda, sermaye ve devletin iç içe geçerek dayattığı yalın sağlık politikalarıyla mücadele edebilmek için emek süreci üzerinden endüstriyalizmle yüzleşmek gerekir. Bu yüzleşme için sağlık hizmetinin üretim alanları kritiktir. Bu yüzleşme için emek-sermaye çelişkisi de kritiktir. Ve yine bu yüzleşme için tam da bu nedenlerle sınıf mücadelesi merkezi konumdadır. İşçi denetimin önemli rolü buradadır. Kapitalist üretim alanı emek üzerinde kurduğu hegemonyasıyla sömürmeye devam ederken, endüstriyel tıp anlayışının zihinlerdeki meşruiyeti sürekli pekiştirilirken, bizlerin bu üretim alanına müdahale etmeden, ‘sınıftan kaçarak’(*) alternatif bir sağlık hizmeti kurgusu yaratma çabasının dönüştürücü etkisinin ve inşa sürecinin ne ölçüde kısıtlanacağını tartışmaya açmamız gerekir.

Sendika ve meslek örgütlerini nerede tanımlıyoruz?

Sınıf mücadelesinden hareketle bir diğer soru dizisi olarak; kendini solda tanımlayan sendika ve meslek örgütlerimizin ufku nedir? Sadece özlük hakları ve demokratik hakları genişletmek üzere, kapitalist sistem içi reformları hayata geçirmek için mi yapılanmışlardır? Yoksa sosyalizmin bir okulu olarak işçi sınıfının örgütlendiği ve dönüştüğü bir kaldıraç fonksiyonu mu görmelidirler?

Bu sorular da kuşkusuz çok daha derinlemesine bir incelemeyi hak ediyor. Ayrıca meslek örgütlerinin sendikalardan farklı konumlandırılabilecek bir tarihsel özgünlüğü olduğu da göz ardı edilemez. Ancak burada bu farklılıkların ayrıntılarına girmeden genel bir çerçevede şu söylenebilir. Kendini solda tanımlayan sendika ve meslek örgütlerimizin anti-kapitalist bir dille sömürü ilişkilerini açık edip, emek süreçlerini merkeze alarak işçi denetimini yöntemleştirdiği bir mücadele süreci sınıf mücadelesi açısından olmazsa olmaz önemdedir. Bu dil ve yöntem, sistem içi uzlaşmacı olan ya da doğrudan siyasi iktidar yanlısı olan gerici sendikaların ve örgütlerin işçilerine ve örgütsüz tüm işçi sınıfına hitap etme potansiyelini de güçlendirecektir. Ücret ve SÇS başlıkları üzerinden yukarıda yapılan değerlendirmeler mücadele örgütlerimizin yöntemine örnek olarak sunulmuş olup yukarıdaki sorulara cevap niteliğindedir. Mücadele örgütlerimizi sosyalizmin okulu olarak konumlandırmak zorundayız. Tekrara düşmek pahasına altı çizilecek olursa; bu yazıda asıl amaçlanan, yukarıda sorulan ve bir ölçüde cevaplanmaya çalışılan tüm gündemlerin mücadele örgütlerimizde canlı ve yapıcı bir tartışma sürecine dönüşmesidir.

Sonuç

Sağlıkçı pratiklerinden somutlaştırarak bitirmek gerekirse; yalın sağlık uygulamalarının boyunduruğunda çalışan bir hekimin daha nitelikli bir hizmet verebilmek için hastasının fizik muayenesine ayırdığı fazladan her saniye, laboratuvarda çalışan bir hemşirenin günde yüzlerce insandan kan alırken eline iğne batmaması için göstermeye çalıştığı dikkat ve özen, her gün binlerce hastanın girdiği hastane koridorlarında, aile hekimliği polikliniklerinde hasta veya yakınlarından şiddet görme tehlikesi altındaki sağlıkçıların anlayışlı ya da öfkeli tavrı, asgari yaşam koşullarını sağlayabilmek için ikinci bir işte çalışan hasta bakıcı veya temizlik işçisinin azmi ve yorgunluğu gibi daha yüzlercesini sayabileceğimiz kapitalizmin sağlıkçılık halleri aslında kendiliğinden sınıf olmanın, içimizde barındırdığımız direniş ve mücadele potansiyelinin tezahürleridir. Bu potansiyeli, örgütlülüğe ve mücadeleye çevirmek sağlık emekçileri olarak bizim elimizdedir.

Sağlık hizmetlerinin sermayeye artı-değer üretmek için değil toplum sağlığını geliştirmek için sunulduğu, sömürü ilişkilerinin sona erdiği, kapitalist uygarlığın tarihte kaldığı bir gelecek mücadelesi ve umuduyla…

(1) Marx K. Kapital-I (Çev: Selik M. Satlıgan N.) Yordam Kitap.

(2) SES-Sağlık Çalışanları İntihar Raporu Nisan 2018, https://ses.org.tr/2018/04/calisma-duzeni-saglikta-intiharlari-artiriyor/

(3) Ercan F. Oğuz Ş. ‘Anti-Kapitalist Hareketlere Bakışta Değer Teorisinin Sunduğu Olanaklar ve Türkiye Örneği’- Kapitalizm Küreselleşme Azgelişmişlik, Dipnot Yay.

(4) Yücesan-Özdemir, G. ‘Despotik Emek Rejimi Olarak Taşeron Çalışma’ – Çalışma ve Toplum Dergisi 2010/4

(*) Wood E.M. Sınıftan Kaçış, Yordam Kitap.

http://siyasihaber3.org/saglik-hizmetlerinin-metalasmasi-ve-yalin-saglik-1

http://siyasihaber3.org/yalin-saglik-2-saglik-hizmetlerinin-meta-karakteri

http://siyasihaber3.org/yalin-saglik-3-emek-sureci-ve-yalin-uretim

http://siyasihaber3.org/yalin-saglik-4-saglikta-yalin-uretim-uygulamalarii

http://siyasihaber3.org/yalin-saglik-5-poliklinik-hizmetleri-uzerinden-yalin-hastane-uygulamalarinin-degerlendirilmesi

http://siyasihaber3.org/yalin-saglik-6-performansla-ucretlendirme-isgucunun-parcalanmasi-vasifsizlasma-ve-asiri-uzmanlasma

http://siyasihaber3.org/yalin-saglik-7-metalasan-saglik-ve-sirketlesen-devlet

  • Hakkımızda
  • Künye

 

Başka Bir Denizli… Başka Bir Ülke… Başka Bir Dünya… MÜMKÜN…