Latince’de ‘Plutonium’, Yunanca’da ise ”Ploutonion” olarak adlandırılan Pluto’nun kapısının, Yunan-Roma mitolojisinde yer altına açılan kapı olduğuna inanılıyordu. Yunan coğrafyacı Strabon’un Antik Anadolu Coğrafyası eserlerinde yer verdiği yapıda, Pluto yani Hades’e kurban edilmek istenen hayvanlar tapınağa getiriliyor ve Cehennem Kapısı’nda zehirli gazlar nedeniyle ölüyordu.
Yaklaşık 2000 yıl önce Hierapolis’teki Plütonyum’u ziyaret eden Strabon kitabında, “Bu yer o kadar güçlü ve sis benzeri bir dumanla kaplı ki, birisi yerleri çok zor görebilir. İçeriye giren her türlü hayvan anında ölümle tanışır… İçeriye serçeler yolladım ve anında son nefeslerini vererek düştüler” yazmıştı. Rahiplerin kafalarını cehennem kapısının içine kadar bile sokabildiklerini ve hiç kötü etkilenmediklerine şaşıran Strabon bu bağışıklığın hadım edilmişlikten kaynaklanmış olabileceğini düşünüyordu ancak Hierapolis Antik Kenti’nde yapılan yeni araştırmalar, buradaki antik “mucizelerin” jeolojik bir açıklaması olabileceğini öne sürüyor.
Cehennem Kapısı, küçük mağara benzeri bir taş kapıydı. Kent bölgenin jeolojik açıdan en aktif bölgelerinden birinde bulunuyor; Hierapolis’in altından geçen derin bir yarık, görünür bir sis olarak ilerleyen volkanik karbondioksit (CO2) yayıyordu. Plütonyum olarak da bilinen kapı, doğrudan bu yarığın üstüne inşa edilmişti.
Arkeologlar 2011 yılında, bu kapının hala ölümcül olduğunu ortaya çıkardı; yakından uçan kuşlar boğuluyor ve ölüyordu. Almanya’daki Duisburg-Essen Üniversitesi’nde yanardağ biyolojisi uzmanı Hardy Pfanz ve araştırma ekibi, tapınağın içindeki CO2 konsantrasyonunu ölçtü.
Gün boyunca, güneşin sıcaklığı gazları dağıtmaktaydı. Ancak geceleri bu gaz yükseliyor ve bir CO2 gölü oluşturuyordu. Pfanz, çalışmada özellikle şafak vakti zeminin 40 santimetre üstünde CO2 konsantrasyonu %35’e ulaştığında, bu oranın birkaç dakika içinde hayvanları ve hatta insanları boğarak öldürmek için yeterince ölümcül olduğunu belirtiyor. Ancak bu konsantrasyon, yükseklik arttıkça hızla düşüyordu. Pfanz, “Hadım edilmiş rahipler, muhtemelen kurbanlarını, gaz konsantrasyonunun en yüksek olduğu sabah ya da akşam saatlerinde buraya getiriyordu.” diyor.
Kurban hayvanlar başlarını CO2 gölünden tamamen uzak tutacak kadar uzun değillerdi ve baş dönmesi başladığında kafaları daha da düşüp CO2 emilimini artırıyordu ve boğulma nedeniyle ölüme yol açıyordu. Ancak rahipler, başlarını tehlikeli gazların üstünde tutacak kadar uzundu ve daha da yüksekte kalmak için taşların üzerinde durmuş bile olabilirlerdi. Pfanz rahiplerin ölümcül gazın yalnızca belirli yüksekliğe ulaştığını bildiklerini düşünüyor.
Ancak 2011 yılında Hierapolis’teki Plütonyum’u keşfeden ekibin başındaki Arkeolog Francesco D’Andria Pfanz ile aynı fikirde değil. Cehennem kapısının çevresinde, birçok antik kandil bulunmasının rahiplerin tehlikeli CO2 seviyelerine rağmen geceleri de buraya girmeye cesaret ettikleri gösteriyor.
Kapının çevresinde kandiller bulunmasının bir açıklaması da Roma geleneğinde yer alan Mundus Günleri olabilir.
Mundus yeraltındaki ölüler ülkesine açılan bir geçit, çukur, kapıydı ve yılın üç günü bu delik açılıyor, ölüler yeraltından yeryüzüne çıkıyorlardı. Mundus’un açık olduğu günler Roma halkı ölüleri şenlik havasında karşılıyor ve onları mümkün olduğunca iyi ağırlamaya gayret ediyorlardı ki zamanı geldiğinde kimseye zarar vermeden ülkelerine geri dönsünler. Bu nedenle Mundus’lara ölüler için yemekler konuluyor, gönülleri hoş tutuluyordu. Mundus’un açık olduğuna inanılan günler 24 Ağustos, 5 Ekim ve 8 Kasım olup, ölülerin yatıştırılması ve yeraltı ülkelerine huzur içinde dönmeleri adına yapılan en büyük bayram ise 18-21 Şubat tarihlerinde kutlanan Parentalia Bayramıdır.
Dördüncü Yüzyıl’a kadar ayakta kaldığına inanılan Plutonium’un Hristiyanlık iyice benimsendikten sonra paganlıktan gelen batıl inancın önüne geçilmek için tahrip edildiği ve bir süre sonra da kentte meydana gelen depremlerden dolayı 6.yy’da tamamen yıkıldığı düşünülüyor.
Hierapolis’te bulunan bu Plutonium yani Cehennem Kapısı’nın çok önemli bir arkeolojik değeri var. Bu son keşif, antik edebi ve tarihi kaynaklardan bulunan bilginin doğruluğunu ispatlar nitelikte. Buradaki termal kaynaklardan çıkan zehirli gaz halen maruz kalan küçük hayvanları ve kuşların öldürüyor. Kazı çalışmaları oldukça zorlaştıran gazdan ziyaretçilerin etkilenmemesi için özel bir sistem kuruluyor.
Kaçınılmaz sonunun ölüm olduğunu bilen tek hayvan insandır. Ölüm korkusu ile baş edebilmek, ölüme rağmen yaşayabilmek için ”Öteki Dünya” mitosları yaratan insan bu mitosların en karanlık noktasına da ”Cehennem” adını vermiştir. Ölümden sonra hayat mitosunun Neanderthal insanlardan beri bildiğimiz tüm kültürlerde var olduğunu konusunda hemfikiriz. Öyle ki sıkı sıkıya inanılan bir mitos dışında ruhun ölüme karşı huzur bulabileceği hiçbir şey yoktur.
Bazı kültürlerde ölülerin hayvan ya da insan olarak yeniden beden bulduğuna inanılır bazı kültürlerde ise bir ölüler ülkesi tasvir edilir. Genellikle tüyler ürpertici cehennem imgesi ile resmedilen öteki dünya, insanın sosyal yaşamına en fazla etki eden düşünce olmuştur. Yasadan daha etkili olan cehennem tasviri insanı suçtan uzak tutan en önemli psikolojik baskı unsurudur.
Ölüler Ülkesine ilişkin ilk bilgiler Sümer tabletlerinden günümüze ulaşmıştır. Bu Mezopotamya hikayelerinin en ünlüsü ölümsüzlüğü arayan kral Gılgamış’ın hikayesidir.
(İnsanın Anlam Arayışı olarak GILGAMIŞ DESTANI- Prof. Dr. İsmail Gezgin)
Bize öteki dünya hakkındaki kültürünü yazılı kaynaklar ile bırakan diğer kültür de Mısır’dır. Görkemli firavun mezarlarından, ustalıkla hazırlanmış mumyalardan, mezarlarında bulunan kişisel eşyaların çokluğundan ve papirüslerde çokça resmedilmiş Ölüler Kitabı’ndan Mısırlıların ölümden sonrası ile derinden ilgilendiğini biliyoruz.
İnsanın en eski ve en temel korkusu olan ölüm korkusundan çıkagelen mitosların Antik Yunandaki karşılığı ise Tartaros ve Tanrısı Hades’tir.
Hades, Yunan mitolojisinde ölülere hükmeden, Zeus’un bile çekindiği yeraltı tanrısıdır.
Zeus, yeryüzünün hâkimiyetini kardeşleri arasında paylaşırken Zeus’a gökyüzü, Poseidon’a denizler ve Hades’e yeraltı düşer. Genellikle bütün kültürlerde ölüler ülkesinin yer altında olduğuna inanılır. Tartaros yeraltındaki ölüler ülkesinin en derin yeridir. Titanlarla tanrılar arasındaki savaşta deprem Tartaros’a kadar uzanır, bu savaşta yenilen Titanlar Zeus tarafından Tartaros’a kapatır. Bu savaş sırasında Zeus’un yanında savaşan Hades’e Kyloplar tarafından giyeni görünmez yapan bir başlık verilir, Hades’in kelime anlamı da ”görünmez” dir. Ancak onun adını bile anmak hoş olmadığından Romalılar ona zengin anlamına gelen Plouton (Plüton) demişlerdir. Hades ayrıca bident denen iki uçlu bir asası ile de sembolize edilir. Bu asanın bir ucu ölümü, bir ucu ise yaşamı temsil etmektedir.
Hades’in ölüler dünyasının kapısında sadık bekçisi çok başlı köpeği, Kerberos beklemektedir. Hesiodos Kerboros’u
”Hades’in o tunç sesli, elli başlı
o aman vermez, yırtıcı köpeği”
şeklinde tasvir eder. Görevi, içeriye yaşayanları sokmamak ve bir kere girenin çıkmasına izin vermemektir. Ancak Yunan mitolojisinde bazı kahramanlar Hades’in yeraltı dünyasına inip geri dönmüşlerdir, bunlar aynı zamanda yer altı dünyası ile ilgili en bilindik hikayelerdir. Bu kahramanlar Odysseus, Orpheus, Theseus ve Herkül’dür.
Kerberos özellikle kapıların, eşiklerin ve sınırların bekçisi olmanın arketipi olmuştur. Orta Çağdan günümüze kurgu yapıtlarda sıkça bu özelliğiyle yer almıştır (Dante’nin İlahi Komedya’sında ve Fluffy olarak J. K. Rowling’in Harry Potter ve Felsefe Taşı kitabında.) Ayrıca günümüzde güvenlik ve savaş alanında da kullanılmaktadır ( Kerberos protokolü gibi.)
Ölüler ülkesine geçmek için Styx nehrinden geçmek gerekiyordu ve bu nehir sadece kayıkçı Kharon‘un kayığı ile geçilebilirdi. Kharon ölüleri ırmağın karşı kıyısına geçirmek ile görevliydi ve bu hizmetin karşılığı bir obolos olarak ölüler tarafından ödenmeliydi. Ölüleri gömmeden önce ağızlarına para koyma geleneği buradan doğmuştur. Kharon diken diken gür saçlı, kırçıllı sakalı ile çok çirkin bir ihtiyar olarak tarif edilir. Bir pelerin ve yuvarlak bir şapka takar, kayığı kendisi kullanmaz, kayık ruhlar tarafından hareket ettirilir. Eğer Kharon ölüyü götürmezse iki dünya arasında kalan insanlar ancak hortlak olabilirlerdi. Modern dünyada karşımıza çıkan drakulalar, zombiler, hortlaklar bu parlak korku mitinden esinlenmişlerdir.
Kharon Kabartması – Hatay/ Türkiye
İlkçağ yazınında yeraltı dünyasını anlatmaya, canlandırmaya çalışan şair ve yazar pek yoktur. Homeros’la başlayan bu gelenek Latin şiirinde Vergilius’un Aeneis destanında sürdürülüp en yüksek noktasına çıkarılmış ve Orta Çağ’da Dante’nin büyük eserini etkilemiştir. Hades Romalılar tarafından Plüton, Orcus ya da Dis Pater isimleri ile anılmıştır.
Hades’in bilinen en önemli öyküsü eşi Persephone’yi kaçırması ile ilgili olandır. Bereket Tanrıçası Demeter’in Zeus’dan olma kızı Persephone’yi görüp aşık olan Hades onu kaçırır. Kızının eve dönmediğini gören Demeter bütün görevlerini bırakıp kızını aramaya başlar. Demeter’in bu hali dünyanın bereketini kaçırır; kuşlar ötmez, çiçekler açmaz, hayvanlar üremez olmuştur. Zeus olaya müdahale eder, Persephone’yı bırakmak istemeyen Hades sonunda kızın yılın yarısı yeryüzünde yarısını yeraltında geçirmesine razı olur. Bu nedenle, dünya Persephone’nin yeryüzüne çıktığı günlerde baharı, yeraltına indiği günlerde kışı yaşamaya başlar.
The Rape of Proserpina (1622) – Lorenzo Bernini
Bu hikaye aynı zamanda büyük sanatçı Lorenzo Bernini tarafından heykel ile canlandırılmıştır. Persephone’un göz yaşları içerisinde Hades’den kurtulmak için çırpınır. Heykeldeki 3 başlı köpek Kerberos yeraltı dünyasının bekçisinin Persephone’un ayakları altında durması adeta hikayenin sonunu söyler gibi.
Ölümü bilmeseydik böyle hikayeler yaratıp, böyle heykeller yapabilir miydik?
Ölümü bilmek belki de hem en büyük lanetimiz hem de ana besinimizdir.
***
Kaynakça
Sanatın Mitolojisi- İsmail Gezgin
Mitoloji Sözlüğü – Azra Erhat
Cehennem Tarihi – Alice K. Turner
Kaynak: Dust and Bones
Başka Bir Denizli… Başka Bir Ülke… Başka Bir Dünya… MÜMKÜN…