Ah gidiyor işte gidiyor göz göre göre
birer rüzgâr uğultusu bırakarak yanan ateşe
Nihat Behram
Saçları buğday sarısı, gözleri deniz mavisiydi. 1958 yılında Ankara’nın varoş semti Altındağ’da doğdu. Semt okulu Yıldırım Beyazıt lisesinde okudu. Uzun boylu, sportif bir gençti. Saatlerce top oynar, hiç yorulmazdı.Enerjik olduğu kadar kitap okumayı seven dingin bir yapısı vardı. 17 yaşında özgürlük sevdasına tutuldu.
“Şu kısa yaşamım içersinde hiçbir şahsi çıkar gözetmeden ezilen halklar adına verilen mücadelede yerimi almaya çalıştım ve bundan dolayı gurur duyuyorum,” dedi son mektubunda.
***
6 Ekim 1980. Faşist darbe henüz ilk ayını doldurmamıştı. Faşist cunta otoritesini göstermek, halka gözdağı vermek için, Necdet’in asılmasına karar verdi. Halbuki idam kararının infazı için meclisin yasa çıkarması gerekiyordu.Meclis dağıtılmıştı. Konsey bu kararı ile yasa yapma yetkisini almış oluyordu.
Necdet’in avukatları yeni meclis kuruluncaya dek infazın ertelenmesi için başvurdu. Aynı gün Necdet’in babası İsmail Adalı, “bir baba olarak ve bir insan olarak ölüm cezalarının insani olmadığını” dile getirdiği, oğlunun idamının engellenmesini istediği bir dilekçe gönderdi Konsey’e.
Kana susayanların aceleleri ve vermeleri gereken mesajları vardı. Her iki başvuruyu da dikkate almadılar.
***
son ana kadar onuru koruyanlar yaşayacak
söylenecek son söz kahramanca olmalıdır.
Nihat Behram
Ankara Ulucanlar Merkez Cezaevi’nin avlusunda, Deniz’lerin acısı ile yaprakları daha da kararan karakavak, sekiz yıl aradan sonra yeniden tanık olacaktı özgürlük ateşinin alevlerine. Bu avlu Deniz, Yusuf ve Hüseyin için kurulan darağacının avlusuydu. Faşizm kaldığı yerden devam ediyordu. Denizlere eklenen zincirin ilk halkası idi Necdet.
Kelepçeleri çözüldü. “Çabuk ol!” uyarıları arasında yazdı son sözlerini:
‘’Sevgili anneciğim ve babacığım,
Sizleri ve ezilen halklar adına mücadeleyi, erken bırakmak zorunda kaldığım için üzgünüm ama; bundan ve içinde bulunduğum durumdan dolayı hiçbir zaman pişmanlık duymadan ve şu kısa yaşamım içersinde hiçbir şahsi çıkar gözetmeden ezilen halklar adına verilen mücadelede yerimi almaya çalıştım ve bundan dolayı gurur duyuyorum.
Hâkim sınıfların göstermek istediği gibi bizler hiçbir zaman savunmasız insanlara karşı katliam girişiminde bulunmadık. Fakat onların bizi böyle göstermeleri ve faşistlerle bizi aynı kefeye koyarak cezalandırmaları, bizim nezdimizde ezilen halkların mücadelesine yapılan bir saldırıdır.
Anneciğim ve babacığım; sizlere kısaca bahsettiğim gibi hiçbir pişmanlık duymuyorum.
Sizlerin de ezilen halklar uğruna verilen mücadelede katledilişimden dolayı üzülmemenizi ve bundan gurur duymanızı bekliyorum.
Ağabeylerime ve ablalarıma da yazmak isterdim; fakat buna olanak yok. Kendilerine çok selamlar. Burada satırlarıma son verirken, hürmetle ellerinizden öperim. Arkadaşlara selam.
Hoşçakalın.’’
***
birdenbire acıdı boynum
gelecekler var birbiri ardınca genç
yakışıklı
ne olur işçi kadınım
az yumuşak dik
şu kefenin yakasını
Nevzat Çelik
İdam gömleği boynunu sıkmıştı. Gülümseyerek “dar olmuş,” dedi hâkime. Necdet’in soğukkanlılığı karşısında şaşkına dönmüştü hâkim:
“Darağacının altına çelik bir büro masası konmuş, üzerinde de bir sandalye bulunuyordu. Adalı infaza giderken, Avukatı Mehdi Bey, bir isim verdi ve Adalı’ya ‘Selam söyle!’ dedi. Bu, 1970 döneminde öldürülen THKO’lu Kadir Manga’ydı. Mehdi Bey, Adalı’dan Manga’ya selam söylemesini istemişti.”
Koşar adım çıktı ölüm sehpasına, söyleyecek sözü olan bir şair gibiydi.
Boynunda ölümün yağlı ilmeği değil, sanki özgürlük madalyası vardı.
Cellat ipi boynuna geçirdi.
O vaziyette, slogan attı.
Sesi Deniz’lerin sesine karıştı:
“Yaşasın Türk ve Kürt Halklarının Kardeşliği!”
“Kahrolsun Faşizm!”
Ayakları ile devirdi altındaki sandalyeyi.
“Boyu uzundu. Ayağı sandalyeden sonra masaya değer gibi oldu. Daha çok acı çekmesin diye masayı çektiler.
15 dakika beklendi.
Doktor saate baktı ve
‘Tamam,’ dedi.”
8 Ekim 1980
Saat 03:40
Tamamdı…
12 Mart faşizminin başlattığı idamlar, 12 Eylül faşizminin idam halkalarına bağlanmıştı.
Artık yüreklerde dört idam acısı vardı:
Deniz, Yusuf, İnan ve Adalı…
***
Kefeni üzerindeydi. Öylece kondu tabuta. Ailesine haber vermediler. Gelin oğlunuzu alın demediler.Tutsaklığı devam ediyordu Necdet’in.
Kimse görmeden, duymadan gömerek, onun cansız bedeni ile birlikte özgürlük ateşini de toprakla örtebileceklerini sandılar. Sabaha karşı askeri araç içinde götürüp, Karşıyaka mezarlığına gömdüler.
sakladılar can parçasını anasından
göstermediler yüzünü
korktular
korktular ana yüreğinin isyanından.
Sait Almış
Kaynak: Gerçek
**
**
Kurtuluş örgütü üyesi olan Necdet Adalı, bir kahvehanenin taranması olayına karıştığı gerekçesiyle 1977 yılında hapishaneye atıldı. Adalı, o dönemde Yıldırım Beyazıt Lisesi’nde öğrenciydi. Ankara’nın İsmetpaşa Semti’nde bulunan kahvehanein taranmasıyla, içeride bulunan kişilerden ikisi öldü. Ölenlerin MİT mensubu olduğu iddia edildi.
Necdet Adalı bu olaydan kısa bir süre sonra yakalandı ve kahvehanenin taranmasından sorumlu tutuldu. İdam talebiyle yargılanmaya başlandı. Kararlı bir devrimci olan Adalı, yargılama süreci boyunca düşüncelerinden taviz vermeyen bir tablo çizdi. Ancak kahvehane olayıyla bir ilgisinin bulunmadığının altını ısrarla çizdi.
Dava devam ederken 12 Eylül darbesi gerçekleşti. Bu defa Adalı’nın davası askeri mahkemede görülmeye başlandı. Hakim Albay Hamdi Sevinç, Adalı’nın doğruyu söylediğine inanıyor ve Adalı’nın idamına ilişkin karara şerh koyuyordu. Ancak darbeciler halka gözdağı vermek için Adalı’yı idam etmeye kararlıydılar. Hakkında tek bir kanıt, tek bir gördü tanığı olmamasına rağmen Adalı idama mahkûm edildi. Bunun üzerine Albay Hamdi Sevinç istifa etti.
Necdet Adalı, idam edileceği günü metanetle bekledi. Ölmeden birkaç gün önce ailesine son bir mektup yazdı.
Yıllar sonra Adalı’nın davası yeniden ele alındı ve onun olayla ilgisinin bulunmadığı ispat edildi.
12 Eylül’ün darbecileri Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya, 2012’de başlayan dava sürecinin sonunda ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldılar.
“Sevgili anneciğim ve babacığım,
Sizleri ve ezilen halklar adına mücadeleyi, erken bırakmak zorunda kaldığım için üzgünüm ama bundan ve içinde bulunduğum durumdan dolayı hiçbir zaman pişmanlık duymadan ve şu kısa yaşamım içersinde hiçbir şahsi çıkar gözetmeden ezilen halklar adına verilen mücadelede yerimi almaya çalıştım ve bundan dolayı gurur duyuyorum. Hâkim sınıfların göstermek istediği gibi bizler hiçbir zaman savunmasız insanlara karşı katliam girişiminde bulunmadık. Fakat onların bizi böyle göstermeleri ve faşistlerle bizi aynı kefeye koyarak cezalandırmaları, bizim nezdimizde ezilen halkların mücadelesine yapılan bir saldırıdır.
Anneciğim ve babacığım; sizlere kısaca bahsettiğim gibi hiçbir pişmanlık duymuyorum. Sizlerin de ezilen halklar uğruna verilen mücadelede katledişimden dolayı üzülmemenizi ve bundan gurur duymanızı bekliyorum. Ağabeylerime ve ablalarıma da yazmak isterdim fakat buna olanak yok. Kendilerine çok selamlar. Burada satırlarıma son verirken, hürmetle ellerinizden öperim. Arkadaşlara selam. Hoşçakalın.”
…Havalandırmanın ortasına darağacı kurulmuştu. Darağacının altında bir tane masa, onun üzerine bir tane sandalye konmuştu. Necdet koşarak sehpaya çıktı. Yağlı ipi kendisi boğazına geçirmeye çalıştı. Ama elleri arkadan bağlıydı. Bu arada gür bir sesle “Yaşasın Türk ve Kürt Halklarının Kardeşliği” diye slogan attı.
İp boğazına geçirilmişti. Tam bu anda “Kahrolsun Faşizm!” sloganını üç sefer peş peşe attı. Kahrolsun sömürgecilik. Yaşasın anti-emperyalist, Anti-oligarşik Halk Devrimi… İşte tam o andı. Ve o anda da tereddüt etmedi. Sandalyesini tekmeledi. Sandalye düştü ama sandalye düşmesine rağmen Necdet’in uzun boyu aşağı sarktı. Ayaklarının ucu masaya değiyordu. O anda cellât telaşlandı. Necdet’in ayakları altındaki masayı çekmekte heyecanlanmıştı. İp boğazını iyice sıkmış olmasına rağmen Necdet kendi kendini boşluğa bıraktı.
Ve sonra öylece dinginleşti.
08.10.1980 Ankara gece saat: 03.40
Kaynak: Marksist.com
Başka Bir Denizli… Başka Bir Ülke… Başka Bir Dünya… MÜMKÜN…