…
İki ayrı dünya kurguluyor Le Guin, Mülksüzler’de. Birbirinin yakınında iki ayrı gezegen, her biri diğerinin Ay’ı… Kadim dünya ve onun içinden çıkıp göçen bir başka dünya. Üretim biçimlerinin ve amaçlarının, tüketim anlayışlarının, cinsellik dahil toplumsal yaşam biçimlerinin, kurumlarının neredeyse tamamen farklı olduğu iki dünya.
Kadim dünyada hüküm süren, tanıdık bir toplum düzenidir… bizim de içinde yaşayıp durduğumuz, kapitalizm: Bütün işlemleri ilkel bir dinin ayinleri gibi anlamsız, barbarca, karmaşık ve gereksiz olan kapitalizm. “Bütün insanların hareketlerinin hırs, tembellik ve kıskançlık tarafından yönetildiğini varsayan para ayinlerinde” her şeyin bayağılaştığı kapitalizm! İkinci ya da sonraki dünyada diyelim, bizim dünyamızda hiçbir zaman kurulamamış bir toplum düzenine, bir ideolojiye hayat veriyor Le Guin. Bu anarşizmdir! “Tüm siyasal kuramlar içinde en idealist olanı…” Kendisi şöyle tanımlıyor: “Sağı solu bombalamak anlamında değil: kendine hangi saygıdeğer adı verirse versin bunun adı tedhişçiliktir. Aşırı sağın sosyal-Darwinist ekonomik özgürlükçülüğü de değil; düpedüz anarşizm; eski Taocu düşüncede öngörülen, Shelley ve Kropotkin’in, Goldmann ve Goodman’ın geliştirdiği biçimiyle. Anarşizmin hedefi, ister kapitalist isterse sosyalist olsun, otoriter devlettir; önce gelen ahlaki ve ilkesel teması ise işbirliğidir.” Dayanışmadır yani, karşılıklı yardımdır.
Öte yandan, insanın hayatındaki en kıymetli şeyi tartışıyor Le Guin. Özgürlüğü. Ve düşündürüyor. Toplum hayatı içinde insan ne kadar ve nasıl özgür olabilir? Hayat içinde, “zorunluluklardan uzak tutulma” ve “inisiyatif kullanma” özgürlüklerinin “eksiklikleri” nelerdir?.. ki, bunlardan hangileri bizim kendi eksikliklerimiz. Her türden devlet karşısında -idealize ettiklerimizi de ayrı tutmadan- ve her türden otorite karşısında -buna ideolojiler de dâhil- ne ölçüde özgür olabiliriz ve olabiliyoruz? Düşünmek ve “öğrendiklerini söylemek” arasında nasıl bir fark var?.. ve bu fark düşüncenin özgürlüğüyle ne kadar da ilişkili!
Le Guin, kadim dünyada hüküm süren toplum dinamiklerine, ikinci dünyadan gelen ve aşırı tüketimi -ve elbette aşırı üretimi- bir “dışkı” olarak gören fizikçi Shevek’in gözünden bakıyor. Bu iki toplumu anlatıyor, üstelik en zor yanıyla: Gündelik hayatın içinden anlatıyor.
Gündelik hayatı kurguluyor Le Guin. Geleceğin toplumunda çarklar nasıl dönecek? İnsan doğası nelere izin verecek ya da vermeyecek? Kapitalizmi aştığında insan, her şeyi aşmış olabilecek mi? Devletin olmadığı bir toplumda işler nasıl yürür? Böyle bir toplum nasıl örgütlenebilir? Le Guin’in kurgu dünyası, bu sorularla boğuşuyor. Olaylar akıyor, akıyor… Ve gerçekçi bir kurgu, bu dünya. Böyle olunca da düşünce/fikir ya da felsefe hikâyenin önüne geçiyor, daha doğrusu hikâyeyi aşıyor. Bir romanın ya da öykünün merak uyandırabiliyor olmasının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Mülksüzler’i okurken zekâ, sezgi ve hayal gücü insanı şaşırtıyor, “merak” da makas değiştiriyor sanki… Artık sadece hikâyenin nasıl gelişeceği, neler olup biteceği, nereye varacağı değil okuyucuyu çeken, bundan çok daha fazlası, hatta bunu kat kat aşan bir başka merak var artık… nasıl bir fikir, nasıl bir bakış gelecek, çevirdikçe sayfaları?
Heyecan verici bir serüven Mülksüzler’i okumak.
Kaynak: Sendika.org