Devlet sponsorluğunda kredi genişlemesiyle yüksek büyüme oranlarına zorlanmış, küresel finansal koşulların değişmesiyle hızla krize yuvarlanmış bir ekonomide debeleniyoruz. Krizi yönetenler öyle değilmiş gibi yapmayı tercih ediyorlar. İş bilmezlikleri sıralayarak ekonomi yönetimini akla davet etmek ya da baskıcı bir rejim karşısında farklı ekonomik müdahalelerde bulunacak aktörlerin zayıflığına rağmen alternatifleri dillendirmek naif kalıyor. Fakat, bu naiflikte yine de ısrarcı olmamız gerektiğini düşünüyorum. Nedenini işsizlik verilerine de değinerek açıklayacağım.
Krizin temelinde yatan model ve mevcut rant koalisyonunun yapısı nedeniyle, son haftaların kriz yönetiminde net bir çizgi takibi söz konusu değil. Liberal iktisatçılar “yapısal reform” eksikliği ile meseleyi açıklayadursun, konu düşük faiz ve kredi genişlemesiyle yol alan AKP koalisyonunun birçok unsurunun kemer sıkma ve uzun sürebilecek durgunluk döneminde oyundan düşecek olmasında düğümleniyor.
Havalandırılmasına çalışılan balondan kum torbaları gibi atılacak söz konusu kesimlerin kayıpları siyasi destek devşirme mekanizmalarının da zarar görmesini getirecek. Bu nedenle bir yandan her şeyin kısa sürede toparlanacağı söyleniyor, diğer yandan seçim sath-ı mailine girildiği için durgunluğun daralmaya dönüşmesini engelleme manevraları ardı arkasına geliyor:
Türkiye’de kriz yönetiminin doğrultusu, düz bir çizgide yürüyememe sorununa karşın piyasacılıktan şaşmış değil. Önümüzdeki birkaç ayda fiyat artışlarının kontrol altına alındığını ve durağanlık nedeniyle Türkiye ekonomisinin aylık dış ticaret açığının neredeyse kapandığını görmeye devam edeceğiz. Ancak verilerle her şey yolundaymış gibi yapmaya çalışanların yine de önemli bir sorunu bulunuyor. İşsizlik bunların başında geliyor.
15 Kasım’da ağustos ayının işgücü istatistikleri açıklandı. Resmi işsizlik rakamı son 18 ayın en yükseğine çıkarken, en geniş tanımıyla işsizlerin (iş bulma ümidi olmayanlar, mevsimlik çalışanlar, iş aramayıp çalışmaya hazır olanlar, zamana bağlı eksik istihdam ve yetersiz istihdam edilenler) toplamı yedi milyonu aştı. En geniş tanımıyla işsizlik oranı yüzde 19,3’e yükseldi. Sadece son iki ay içinde ne eğitimde ne istihdamda olan genç sayısı (15-29 yaş) 584 bin arttı.
Şimdi, işverenlerin maliyetlerinin bir kısmını üstlenerek daha fazla istihdam yaratmaya yönelik kampanyalar büyük bir başarısızlıkla yüzümüze sırıtıyorlar. 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında alınan önlemler rejim biçimi değişikliğinin tamamlanması sürecinde sorunları ötelemeye ve ağırlaştırmaya hizmet etti. Bugün işsizlik gibi makro göstergelerde 1,5-2 yıl öncesindeki noktaya döndük. Enflasyon, faiz ve büyüme gibi göstergelerde daha kötü bir duruma savrularak…
2019 yılında Yeni Ekonomi Programı’nın öngördüğü, geniş tanımıyla 8 milyon işsizle nasıl baş edileceği sorusu yakıcı bir şekilde duruyor. İşini kaybetmiş bir kişinin cebini havalimanının doldurmayacağını biliyoruz. Erdoğan yönetiminin zayıf karnını da işsizlik ve yoksulluk altında inleyenlerin, kendilerinden başka bir alternatife yönelmeyi düşünmesi oluşturuyor.
İşsizlik artmaya devam etse de artışın temposu önümüzdeki aylarda azalabilir. Kısa çalışma ödeneğinden firmaların faydalanmasını kolaylaştıran yeni düzenleme ve iç pazarın canlanması uğraşları bir süreliğine toparlanma görüntüsü verebilir. İronik bir şekilde, bu süre, 24 Haziran seçim sonuçlarıyla –mış gibi yaparak sağlam bir blok üstünde oturduklarını düşünenlerin, krizin temel oyan aşındırıcı etkilerini görmekten kaçınmalarını sağlayacaktır. Ancak bloklaşmış görünen o kadar çok halka kriz altında kopabilecek tıynette ki, 2019 yılı için huşuyla öngörülen hızlı toparlanma gerçekleşmezse ekonomik çöküşe siyasi kopuşun eşlik ettiği görülecek.
Mevcut yönetimden bir ekonomik seferberliğe kalkışmasını, kendilerini kurtarmasını bekleyen işverenler, esnaf ve hatta işçiler maliyetin kendilerinden başka herkese yüklenebileceği konusunda hemfikirler. Ancak krizi yönetmek esasen kime ne kadar daha az gideceğini kararlaştırmakla başlıyor. Görünürdeki hedef maliyeti baskıyla paylaştırmak ve aslan payını geniş toplumsal kesimlere yüklemek ancak tercih edilen yol rejimin plebisiter özellikleriyle olan gerilimi artırıyor.
Gelelim bizim büyük naifliğimize. Bu derece kırılgan bir ortamda hukuk-siyaset-ekonomi üçgenindeki kararların absürtlüğünü ısrarla dillendirmek gerekli. Bugün soru krizden çıkmak için, birkaç şirketi mi kurtaracağız, birkaç şirketin kurtarılmasını çıkış yolu olarak gösterenlerin ekonomik modelinden mi kurtulacağız olmalı. Samimiyetle soruyu yöneltmek için çelişkileri sergilemek, hiçbir şeyin normal olmadığına işaret etmek ve kriz yönetiminin sorunlarını göstermek gerekiyor.
Kaynak: DUVAR
Başka Bir Denizli… Başka Bir Ülke… Başka Bir Dünya… MÜMKÜN…