“Göreve geldiğim gün çok yüksek bir beklenti oluştu. Hiçbir vaatte bulunmadan, kelime sarf etmeden böyle büyük bir beklenti oluşması benim sorumluluğum değil” cümlesini kuran kişinin Milli Eğitim Bakanı olması, ülkenin eğitim ile ilgili durumunun ne kadar vahim olduğunun en yetkili ağızdan teyit edilmesi anlamına gelir ve çok önemlidir.
Lakin bu gerçeğin altını çizen sayın bakanın ve ilgili bakanlığının eğitimdeki beklentileri karşılama olasılığı ne yazık ki “2023 Eğitim Vizyon Belgesi” sınırlı kalacağa benzemektedir.
Çünkü eğitimde beklenti denilen şeyin neleri içerdiğinden çok, eğitimin sistem olarak değişmesi ve değiştirilmesi ihtiyacı içinde olunduğu açıktır. Yani otomobiliniz yürüyen aksamdan çok çalışan aksam ile ilgili problemler taşıyor ise o otomobile ne kadar yeni tekerler takarsanız takın bu otomobilin sizi daha güvenli taşımasına ve daha önemlisi sizi istediğiniz yere taşımasını sağlamayacaktır. Mesele otomobilinizin ciddi bir bakımdan geçmesiyle iş görecek olma aşamasını çoktan geçmiş olması ise işin başka bir boyutudur.
Gelinen durum uzunca bir zamandır otomobilin değiştirilmesi gereği, ihtiyacı ve zorunluluğu ile ilgilidir. Türkiye eğitim sistemi, modeli ve yaklaşımı, Türkiye’yi olması gereken konuma üretken bireyler geliştirmiyor, yaratıcı ortamlar ve takım çalışmaları üretmiyor, özgür ve bağımsız iş yapabilme özellikleri kazandırmıyor ve uygar toplumsal yapı oluşturmuyor olması nedeniyle iflas etmiş durumdadır.
Milli Eğitim Bakanı’nın “2023 Eğitim Vizyon Belgesi” de Türkiye eğitimine bazı iyi ve güzel aksesuarlar takma veya yürümeyen otomobile yeni tekerler takma çabasından başka bir işe yaramayacak gibi görünmektedir.
Vizyon belgesindeki giriş cümlelerinden birisi olan “Esnek, modüler, daha az ders saati ve çeşidinin olduğu bir müfredat hazırlanacağının” açıklanması dahi, daha önce defalarca değiştirilen müfredatlara ve müfredat değiştirme gerekçelerinin neredeyse bir kopyasıdır. Okulları, okul anlayışlarını ve okulların var olma nedenselliklerini değiştirmeyen, okulu üretim, verimlilik, bilim, özgürlük, yaratıcılık ve uygarlık kurumları halinde modellemeyen bir eğitim sisteminde ders saatleri ve müfredatlarıyla oynamak görece dahi olsa bir değişim sağlamaz. Bunu en iyi son on yılda en az üç kez değişen müfredatlar ile eğitim yapan uygulamacılar, yani öğretmenler bilir.
Okul yöneticilerinin yetki ve sorumluluklarının artacağı söylenen vizyon toplantısında ise, “Önümüzdeki süreçte tüm yöneticilerimizin ehliyet ve liyakat temelli olması konusunda ülke çapında bir bakış açısını da paylaşmış olacağız” ifadeleri elbette önemlidir. Ancak okul idarecilerinin dahi belli bir anlayış ve dünya görüşüne tabi insanlardan seçildiğinin bir itirafı ve gerçeği dahi, o sistemin zaten sorunlu ve çalışmayan bir sistem olduğuna işaret eder. Uzunca bir süreçtir eğitimde tıkanmanın ve iş üretemiyor oluşun nedenlerinden birisidir kadrolaşma ve kadrolaşmanın getirdiği vasatlık.
Yine önemsediğimiz bir ifade olan “Sınav sayısından ziyade sistemle ilgileniyoruz” cümlesinde ifadesini bulan sistem değişikliğinin ne olduğuna dair somut bir modelleme, örneğin “Sınavsız bir eğitim sistemiyle ve sınavsız bir ders sistemi” ile ilgili bir okullaşma modeli değişikliği önermesinin olmaması büyük bir çelişkiden ibaret olsa gerektir. Çünkü bunun için eğitim sisteminizin radikal anlamda değiştirilmesi gerektiği açıktır.
Yabancı dile eğitimine de değinilen “vizyon belgesinde” yabancı dil eğitiminin yeniden yapılandırılacağı söylendikten üç beş gün sonra “Yabancı dil herkes için neden gerekli olsun ki?”açıklaması da oldukça manidar bir “vizyon” olsa gerektir.
Keza sözleşmeli öğretmenliğin dört yıla inmesi müjdesi verenlere, sözleşmeli öğretmenlik uygulamasının bu haliyle hangi gelişmiş ülke uygulaması olduğunu sormak gerekir. Eğitim sisteminin kanayan yaralarından birisi olan sözleşmeli öğretmenlik uygulamasından vazgeçildiği haberinin verileceği beklenti içinde olanlar, “Eğitimde 2023 vizyonu”nu gereğinden fazla ciddiye almış olsalar gerekir.
Öğretmenliğe kabulde uygulanan pedagojik formasyon şartını kaldırılacağının açıklanması ise yeterince açık olmadığından, öğretmen olmak için eğitim fakültelerinin öğretmenlik bölümlerinin işlevlerinin kalmadığını veya kalmayacağını da anlamış olmadılar muhtemelen.
Özetle “Eğitimde 2013 Vizyon Belgesi” ana başlıklarına bakmak gerekirse;
(http://2023vizyonu.meb.gov.tr/doc/2023_EGITIM_VIZYONU.pdf)
Ölçme ve değerlendirme
Okulların finansmanı
Özel eğitim, özel yetenek
Yabancı dil eğitimi
Temel ve ortaöğretim
İmam hatip okulları ve liseleri
Çok kısa birkaç cümle ile “Eğitimde 2023 Vizyon Belgesi” beklentilerin çok uzağında, eğitimde palyatif çözümler ile durumu idare etmeye ve sürdürmeye çalışan bir yaklaşımın ürünü gibi görünmektedir. Çünkü kurgulandığı ve planlandığı temel anlayış şu an var olan eğitim sistematiğine dokunmayan bir temel üzerinden tasarlanmıştır.
Birkaç örnek ile somutlamak gerekirse;
“Tüm okullarda tasarım-beceri atölyeleri kurmak” yerine olması gerekenin “Tüm okulları ‘tasarlayıcı ve beceri kazandırıcı’ kurumlara dönüştürmek”tir.
Pedagojik formasyon derslerinin kaldırılması ve formasyonun MEB tarafından verilmesi uygulaması, öğretmen olmak için eğitim fakültelerine gerek kalmayacak anlamı taşımaktadır. Veya alan eğitim almış olmak, öğretmenliğin ön koşul olacaktır. Oysa olması gerekenin eğitim fakültelerini öğretmenlik beceri yeterliliği oluşturacak biçimde yeniden düzenlemek, öğretmenlerin “öğretmen okullarından” mezun olmalarını sağlayacak düzenlemelerdir. Formasyon dersleri pratiğinin ise öğretmen adaylarına göstermelik iki dönemden ve haftada bir gün düzenlemek yerine, öğretmen adaylarının fakülte eğitim süreçleri boyunca MEB bünyesindeki okullarda tüm eğitim dönemlerini kapsayacak biçimde işe koşulmaları ve eğitimde üretime katılmalarının sağlanması şeklinde olmalıdır.
Hayırseverlerinin eğitime yönelik bağışları için il ve bakanlık teşkilatında yeni bir yapının kurulacak olması, nasıl bir ileri görüşlülük (vizyon) olabilir? Pek anlaşılır değildir. “Hayırsever-okul” ilişkisini düzenleyen bu ifadenin, okullar ve tarikatlar ilişkisi ve gerçeğini engelleyecek bir düzenleme olmadığı, ilgili cümlenin içeriğinden ve amacından anlaşılmaktadır. Oysa bize gerekli olan öncelikle dini vakıf ve yapıların eğitimden tümden uzak tutulmaları ile ilgili bir düzenleme ve ileri görüşlülüktür. Buna ilişkin hiçbir ifade ve amacın yer almadığı vizyon belgesinde, dünyanın bilim-teknoloji-eğitim sarmalındaki en gelişmiş ve iyi model konumundaki ülkelerde örneği olmayacak bir yaklaşım ile eğitim ve okul harcamalarının “hayırseverlere bağışlara yönelik olarak planlamaması ve karşılanması” ile ilgili bir yapıdan söz edilmektedir.
İlkokullarda not yerine beceri temelli değerlendirmenin gelecek olması elbette ilk anda doğru ve pedagojik bir görüştür. Ama bunun için öncelikle ilkokulları beceri geliştiren ve yeni beceriler oluşturan nesnel koşulları sağlayacak binalar, bahçeler, oyun ve etkinlik alanları, atölyeler ve benzeri yapılar ile uygulama ağırlıklı okullar haline getirmek gerekir. Salt müfredat değişikliği ve mevcut okul sistematiği ve işleyişi ile bunun sağlanamayacağı açıktır. Bunun için eğitimin büyük ölçekte dersliklerin dışına taşınması ve bunun için de eğitimi binaların dışına taşımak gereği ortadadır. Çünkü “yeterlilik temelli değerlendirme” için “eğitim üretim içindir” felsefesinin pratik anlamda hayata geçirilmesi gerekir. Bu ifadeler şu anki eğitim sisteminde mümkün değildir.
İmam hatip okulları ve liseleri şeklinde özel bir başlık açılarak “2023 Eğitim Vizyonu”nda yer alan imam hatip ortaokulları ve liselerinin “eğitimde ileri görüşlülüğün” önemli bir konusunu oluşturması tam bir ironidir. Din eğitimi ile dini eğitimi bilerek birbirine karıştıran, örgün eğitimi stratejik olarak imam hatip okulları modeliyle dini eğitime çeviren bir yaklaşımın “ileri görüşlülük” belgesinde aynı şekilde yer almasıdır ironi. Bilimsel, pedagojik veya çocuk gelişimi başlıklarının hangisiyle irdelerseniz irdeleyiniz 10-11 yaşındaki çocukların din eğitimi ağırlıklı ortaokullara gitmesini sağlayan bir okul modellemesinin uygulamada olduğu eğitim düzenlemesi, din karşıtlığı ve din eğitimi karşıtlığı değil, sağlıksız eğitim tarafı olup olmamak meselesidir.
Lise düzeylerinde yaşanmış ve yaşanmakta olan okul tercihi modeli ise 2013 vizyonunun neresinde yer bulmaktadır açık ve anlaşılır değildir. Her şeyden önce imam hatip liselerini meslek okulları olmaktan çıkararak genelleştiren bir okul modeli anlayışının tartışılmadığı, bu okulların mesleki ihtiyaç doğrultusunda “model okul” kılınmadığı bir yapının vizyon olarak sunumunda çelişki derin ve büyüktür.
Milli Eğitim Bakanlığı imam hatip liselerinin 2019 bütçesi 9 milyara yakın olduğu, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bütçesi ise 11 milyara yakın olduğu bir tabloda “din eğitimi” değil, “eğitimin dinselleştirilmesi” söz konusudur. Bunun din düşmanlığı veya karşıtlığı ile ilgisi yoktur.
Gerçek olan şudur; bir coğrafyada dine yönelik doğrudan ve dolaylı yatırımlar ve harcamalar bu kadar çok olunca dinden beslenenler, dini araç olarak kullananlar artar. İşin doğası budur. Din para harcanarak ve harcanan o paraları bir şekilde kazanmaya yönelik bir eylem, düşünce ve duygu biçimi olunca, din artık ticari bir meta haline gelmiş demektir.
Unutmayınız din adına ve din için yapılan olağanüstü yatırımlar gelişim ve üretime neden olmaz. Çünkü dinler doğası gereği korkuya, yani cezaya ve ödüle dayalı hayatı düzenleme biçimidir. Doğal ve olağan olarak üretim ve geliştirme ile doğrudan bir etkisi ve amacı yoktur. İnanç ve dinler gönül işi olmalıdır. İnanmayı ve bir dine aidiyeti belirleyen şeyi, üretim-tüketim ilişkilerini belirleyecek şekilde düzenlerseniz, varacağınız yer ticaret ve o ticareti aynı görüşe yönelik insanlardan oluşmasını sağlamaktan ibaret olur. Buradan hareketle söylenecek şey ülkede eğitimi ile din ilişkisi yönetsel, kurumsal, ekonomik ve pozitif ayrımcı bir yaklaşımla düzenlenirse, siz ölçme değerlendirmelerinizi, yaratıcı atölyelerinizi, beceri gelişimlerinizi, veri tabanlarınızı unutun ve gerçeğe bakın. Gerçek eğitimi eğitimsizleştirmek veya tekdüze kılmaktan başka bir şey olamayacaktır.
Öğretmenlere yüksek lisans zorunluluğu konusuna gelince, öğretmenler yüksek lisans yapınca daha mı verimli olacaklardır? Birincisi öğretmenlik “teorik bilgi” ve “araştırma yöntemi” uzmanlığı mesleği değildir. Öğretmenlik tam olarak beceri ve iletişim mesleğidir. Bir de elbette “çalışkanlık” ve “rol model” olma mesleğidir. Yüksek lisans bunları sağlamaz. O başka bir şey sağlar… Elbette öğretmenler yüksek lisans ve doktora yapsınlar ama bize gerekli olan ilk etapta akademik kariyer yapan öğretmenlerden daha çok, öğrenciye zaman ayıran, öğrenciye kılavuzluk eden, işini seven, öğretim ve iletişim becerileri yüksek, mutlu ve umutlu öğretmenlere ihtiyacımız vardır. Bu koşulları sağlamadan yüksek lisans işe yaramayacaktır.
İkincisi eğer bir şeyler yapılacaksa öğretmenleri mutlu, sağlıklı, enerjik, umutlu ve çalışkan öğretmenler olmalarını sağlayacak düzenlemeleri yapılması gerektiğidir. Buradan çıkarılacak sonuç, öğretmenlerin yüksek lisanslı olmalarına karşı olunması gerektiği değildir. Koşullarınız değişmediği sürece, sistemi olması gerektiği gibi kurmadığınız sürece sadece yüksek lisanslı umutsuz, mutsuz enerjisi düşük, verimsiz öğretmenlere sahip olursunuz. Öncelikli işlerden birisi öğretmenlik mesleğini statüsü yüksek, saygın kılacak bir düzeye çıkarmaktır. Öğretmenlerin “önemli ve değerli” kılacak düzenlemeleri hayata geçirmektir. Öğretmen verimliliğini hesap sorma-hesap verme üzerine değil, işleyen bir sisteme entegre olma kurumsallığı üzerine inşa etmek gerekir. Bunun da öncel düzenlemelerinden birisi kurumsal okul sistematiği ile öğretmen adayları seçimini birlikte modelleyebilmektir.
Kaynak: Sendika.org (İsmail Topkaya)
Başka Bir Denizli… Başka Bir Ülke… Başka Bir Dünya… MÜMKÜN…