İlk sayısını 2017 yılının Mart ayında çıkartan Mavi Dergi, edebiyattan yoksun insanlara ulaşmayı amaçlıyor. Edebiyat, kültür ve sanat alanlarında bir tekelleşme söz konusu olduğunu belirten Mavi Dergi ekibinden Abdo Uçucu ile derginin varoluşunu, ekonomik krizin dergilere yaptırımını ve sosyal medyanın okur ile iletişiminin dergilere etkisini konuştuk.

2017 Mart ayında ilk sayısını çıkaran Mavi Dergi ekibinden Abdo Uçucu ile geçtiğimiz günlerde bir araya geldik. Uçucu, Mavi Dergi’nin edebiyat ve kültür sanat dünyası için önemini, derginin varoluşunu ve biçimlenişini anlattı. Günden güne artan kâğıt fiyatının ve dağıtım maliyetlerinin yayımcılıkla olan ilişkisine de değinen Uçucu, sosyal medyanın okur ile iletişimde ne derece önemli olduğunun üzerinde durdu: Sosyal medya, dergileri okura ve okurları da dergiye daha çok yaklaştırdı. Okurlar, dergileri sosyal medya hesaplarından takip ederek onlarla bütünleşmiş durumdalar adeta.

Türkiye dergiciliğinde gelenek mefhumunun okur için belirleyici olduğu aşikâr. Geçmişle kurulan sıkı ilişkilerin ve bir bakış açısının dile getirilmesinde –yayım dünyasında- dergilerin önemi olduğu bilinen bir gerçek. Uçucu, Mavi Dergi özelinde bu durumu şu sözlerle açıkladı: Dergi olarak kendimizi yakın hissettiğimiz bir gelenek veya bir dergi anlayışı yok. Biz, para veya şöhret peşinde koşmuş olsaydık şimdi çizgimiz daha farklı olurdu.

İlk olarak, edebiyatı, sanatı ya da bir düşünceyi konu edinen herhangi bir yazı kaleme alan bir yazar, derginize nasıl ulaşıyor?

Dileyen www.mavidergi.net sitesinden iletişim kısmından bize ulaşabilir. Dileyen, instagram sayfamızdan (@maviidergi) DM yoluyla bizimle iletişime geçebilir. Dileyen de, [email protected] adresine örnek çalışmalarını isim ve soy isim bilgilerini yazarak Word dosyası halinde gönderebilir. Google’a “Mavi Dergi” yazdıklarında, çıkan sayfalardan bize her şekilde ulaşabilirler.

.

‘DÜŞÜNCEMİZ, KÜLTÜRDEN VE SANATTAN YOKSUN İNSANLARA ULAŞMAK’

Mavi Dergi, varoluş ve biçimleniş durumunu hangi felsefi temel üzerine şekillendirir? Düşünsel sürecinizin altyapısını hangi sözlerle anlatırsınız?

Aslında biz, daha çok toplumun, kültürlerin, sanatın ve hatta edebiyatın bile sorunlarını edebi bir dille anlatmak için yola çıktık. Ülkemizde maalesef büyük bir kültürel yozlaşma söz konusu. Bu toplumu besleyen edebiyat, kültür ve sanat alanlarının yanlış anlaşılıp yanlış değerlendirilip yanlış yorumlanmasından kaynaklıdır bir nevi. Biz de bu çarpıklığı kısmen de olsa düzeltmek veya düzelmesinde bir tuzumuzun olması maksadıyla var olduk. Odak noktamız ‘insan’ ve tüm çabamız ideolojilerden, fanatizmlerden ve takıntılı somut amaçlardan arınmış ‘iyi bir insan’ döngüsü oluşturabilmek. Tabii bunun için başlangıç noktamız, öncelikle özümüzü ve bu topraklardaki kültürü hatırlatmak oldu. Ve bu toprakları en iyi ozanlarımız anlatmıştır, iyisiyle kötüsüyle… Öte yandan promosyon yarıştıran dergiler ve hitap ettikleri kesimi göz önünde bulundurduğumuzda, ‘’Tereciye tere satmanın bir faydası yok’’ sözüyle, mümkün olabildiğince çok genç yeteneğe şans verip mümkün olabildiğince dergiden, edebiyattan, kültürden ve sanattan yoksun insanlara ulaşmak oldu düşüncemiz.

‘DERGİ BİR OKUL OLABİLMELİ’

Dergicilikte editör- yazar ilişkisini nasıl yorumlarsınız? İlk kez bir dergiye yazı gönderen bir yazarın editörle ilişkisi, ona bakış açısı ne oluyor?

Editör ile yazar arasında usta-çırak ilişkisi olmalı. Yani editör sadece yazıyı okuyup onay veya ret cevabı vermemeli. Eğer şansı varsa ki zorlamalı, yazara yaptığı hataları veya eksikleri anlatmalı. Tabii tam tersi de olabilir. Yazar da editörü aydınlatabilir. Sonuçta bize göre dergi bir süreli yayından öte, bir okul olabilmeli. Bu durum biz de böyle. Çünkü biz sabit bir yazar kadrosu kurmuş değiliz. Biz de, her sayıda yeni 30 yazar görür okuyucu. Gencinden yaşlısına… Ama genelde yazar, editöre 2 farklı durumda ortaya çıkan bir bakış açısıyla yaklaşıyor. Eğer editörden yazı ile ilgili ret cevabı almışsa maalesef çoğunlukla o editör, o yazar nezdinde pek sevilmiyor. Ancak yazar editörden onay almışsa, o editörden iyisi yok o yazar için. Bu durum böyle olmamalı. İnsanlar ret cevabı aldıklarında, kendilerini biraz sorgulamalı, araştırmalı ve daha çok geliştirmeliler.

Bu seneki üretiminiz nasıldı? Ekonomik krizin yaptırımı oldu mu? Krizin sürekliliğinden ve üretiminizin niteliğini etkilediğinden bahsetmek mümkün mü?

Biz 2017 yılının Mart ayında çıkardık ilk sayımızı. Âşık Veysel Şatıroğlu kapağıyla çıktık. Kriz yavaştan girmeye başlamıştı hayatımıza ve her şeyin ilerleyen zamanlarda daha da zorlaşacağını biliyorduk. Lakin kâğıt fiyatları bu kadar da pahalı değildi. İlk sayımızı 3 TL etiket fiyatıyla çıkardık ve 1 yıl içinde 8 TL’ye kadar arttırmak zorunda kaldık. Tabii dergimizin kalitesinde, reklamlarında, girişimlerimizde bir eksiklik veya kısıtlamalar olmadı. Ancak ilk üç sayımızda D&R’lardaydık ve biraz kriz, biraz tekelleşme derken medya ve basındaki ekonomik yaptırımlar bizi D&R’lardan ve diğer kitabevlerinden çekilmek zorunda bıraktı. E haliyle satışlarımız 3. Sayıdan sonra düştü biraz. Toparlandık şu an ama hâlâ tek ayak üstünde yürüyoruz maalesef.

‘OKURUN BİLİNÇLİ OLMASI EDEBİYAT AÇISINDAN ÇOK ÖNEMLİ’

Sosyal medyanın okur ile iletişimde dergiciliğe ne gibi katkıları oldu? İnternetin üretim ve tüketim bağlamında edebiyata veya sanata etkisi sizce nedir?

Sosyal medya, dergileri okura ve okurları da dergiye daha çok yaklaştırdı. Okurlar, dergileri sosyal medya hesaplarından takip ederek onlarla bütünleşmiş durumdalar adeta. Ancak şöyle bir çarpıklık var. Bazı dergiler sosyal medyada okuyucularından gelen mesajlara cevap vermemektedir. Ve o dergiler kendilerini sosyal medyada yüksek bir mevkide konumlandırmış durumdalar. Bu durum ister istemez zamanla okuyucunun dikkatini ve tepkisini çekmektedir. Ait olma hissiyle hareket eden okuyucu dergiye bir mesaj attığında cevap gelmeyince kırılabiliyor. Tabii ki yoğun zamanlar oluyor ve dergiler her okuyucuya anında bir geri dönüş yapamayabiliyor. Okuyucunun da, biraz anlayışla yaklaşması ve biraz sabırlı olması gerekir. Ancak bu dengeyi kurmak gerektiğini düşünüyorum. Zira insanlar kendilerini ait hissetmedikleri bir ortamda bulunmak istemezler. Tüketim açısından bakarsak durum çok vahim aslında. Çünkü dergiler paylaşım yapıyor ve bu dakikalar içinde okuyucu tarafından tüketiliyor. Haliyle de okuyucu yeni bir paylaşım bekliyor. Hatta birçok okuyucu maalesef sadece paylaşımları beğenerek, altına yorumlar atarak dergilere destek olduğunu düşünüyor. Dergiyi satın almamasına rağmen… E bu durumda zaman içinde çok yüksek takipçisi olan dergilerin bile çok düşük tirajlar yapmasına neden olabiliyor. Yani özet olarak internet üretimde de tüketimde de faydalı. Fakat internette, yani sanal âlemde olan her şeyin reele uygulanması halinde faydalı… Aksi halde sadece internette kalması ve reel hayata taşınamaması büyük bir yozlaşmaya ve kötü sonuçlara sebep olabiliyor. Burada okuyucunun bilinçli olması ve bu dengeye dikkat etmesi çok önemli edebiyat ve sanat açısından…

İçinde bulunduğumuz yıllar itibariyle portal ve dergi sayısının artması durumunu nasıl yorumlarsınız? 70’li ve 80’li yıllara nazaran, niceliğin ve niteliğin –olumlu ya da olumsuz- değiştiğini söylemek mümkün mü?

Buradan şunu öğreniyoruz aslında, ‘yararlı’ olan bir şeylerin artması her zaman iyiye alamet olamayabiliyor maalesef. Benim nezdimde dergi sayısı artmadı. Ne kadar sayıca eskiye nazaran çok olsa da, arttı diyemiyorum. Çünkü hepsi birbirinin aynısı. Tasarım aynı, konular aynı, sabit kadro olarak kurulan yazar kadroları bile neredeyse aynı. E haliyle bu durumu iyiye yormak pek de mantıklı olmuyor aslında. Nasıl günümüzde tekelleşmeden rahatsız oluyorsak, düşünce, edebiyat, kültür ve sanat alanlarında da bir tekelleşme söz konusu. Çok ama az gibi bir his…70’li veya 80’li hatta 60’lı yıllara göre teknik açıdan ne kadar gelişmiş de olsa dergiler -ki teknoloji buna fazlasıyla elverişli- hâlâ özgün ürünler, çok seslilik, farklı bakış açıları gibi durumlar söz konusu değil maalesef. Bahsettiğimiz o eski yıllardaki dergileri incelersek, aynı dergide Necip Fazıl Kısakürek ve Aziz Nesin’in yazılar yazdığı ortak bir amaç vardı. Farklı görüşte iki büyük üstat, aynı konuda farklı dillerden farklı üsluplardan yazılar yazıyorlardı. Şimdi ise bir dergide yazı yazan sözde ‘’ sabit yazarların’’ örneğin 10. Sayıda yazdıkları yazı ile 55. Sayıda yazdıkları yazılar hep aynı. Farklı görüşler zaten söz konusu bile değil en demokratik olan dergilerde bile… Yapı itibariyle olumlu, anlamca olumsuz bir cümle gibi görünüyor günümüzdeki dergilerin durumu…

‘SİSTEM İNSANLARI SİNDİRİYOR’

Yazın dünyasını biçimsel ve içeriksel olarak şekillendiren ilk ortamın dergiler olduğu düşünüldüğünde, yazarın yazdıklarını ilk olarak dergilerde görmesinin etkisiyle, dergilerin yazara vaat ettiği şeylerden en önemlisinin özgüven olduğunu söylemek mümkün mü? Dergiler, yazara ne vaat eder? Ya da karşıtını da sormak mümkün: Yazar, dergilere ne vaat eder?

5. sayı da dâhil, bu zamana kadar bizde yazan toplam 150 tane yazar veya yazar olma yolunda emin adımlarla ilerleyen insanlar yazdı. Ve birçoğu diğer sözde “büyük” dergilerden ret cevabı alan insanlar. Kiminin yaşı 18, kiminin yaşı 40…Bizi mutlu eden en büyük ve en önemli nokta ise, bizde yazdıktan sonra belki bizim de katkımızla belki de kendilerinin eserlerini bir dergide görmeleri sonucunda daha çok yazmak, daha çok aktif rol almak istemeleri. Ülkemiz koşulları göz önüne alındığında zaten eskisi gibi bir durum söz konusu değil. Sistem insanları öldürmüyor. Sistem daha kötüsünü yapıp insanları yalnızlaştırıyor ve sindiriyor. Biz mümkün olabildiğince hayali olan, yazan, yazmak isteyen insanlara kimi zaman fikir alışverişi yaparak kimi zaman yol göstererek bir şekilde dergimizde yer veriyoruz ve bu durum sinen, yalnızlaşan insanları biraz daha umutlandırıyor. Umudun olduğu yerde bahar olur, insanlar mücadele eder… Sonuç olarak özgüven tabii ki de önemli bir his. Zor bir çağdayız ve birçok genç insan, özgüven eksikliğinden dolayı kafasının içindeki o güzel dünyayı dışarı adapte etmekte zorlanıyor. Birçoğunun kafasının içindeki o güzel dünya, karanlıklara gömülüyor…

Türkiye’de dergi mefhumunun önemli bir gelenek olduğunu söylemek mümkün. Geçmişten bu yana, pek çok yazar bir araya gelerek ortak üretim yapmış, dergiler çıkarmıştır. Kendinizi yakın bulduğunuz bir gelenek oldu mu? 200 sene sonra bugünlerden bahsedildiğinde, üretiminizin hayatla olan ilişkisinin nasıl tanımlanmasını istersiniz?

Dergi olarak kendimizi yakın hissettiğimiz bir gelenek veya bir dergi anlayışı yok. Biz, para veya şöhret peşinde koşmuş olsaydık şimdi çizgimiz daha farklı olurdu. Sabit, saplantılı veya fanatik bir ideoloji savunuyor olsaydık o zaman da daha farklı bir çizgimiz olurdu. Kendi geleneğimizi oluşturma peşindeyiz. Standart promosyon dağıtan abur cubur dergiler olmak yerine veya bir ideoloji peşine takılı kalan, at gözlüğü ile hareket eden, amacı sadece kendi düşüncesini yaymak olan dergiler yerine, düşünebilen, sorgulayabilen, korkmayan ve hayali olup da cesaret edemeyen herkese kol kanat gerebilecek iyi insanlar için bir okul olma peşindeyiz. Bu okul, dergiden öte, bir fabrika… Bize yolu düşen, samimi olan, iyi olan, araştıran, öğrenen, paylaşan ve paylaştıran herkesin konaklayabileceği, hatta bize eşlik edebileceği bir okul… Bundan 200 sene sonra geride tiraj sayısı, duvarlarda olan posterlerimiz, bardakların altındaki altlıklarımız, içi boş defterlerimizin olduğu bir kitle yerine, düşüncesi “Mavi” olan ve korkmadan, yılmadan her insana dokunabilecek, iyileştirebilecek bir kitle bırakmak isteriz. Böyle bir kitle oluşturabilmiş olmada tuzumuzun olması ile anılmak isteriz. Üretimimizin, ileriden bakıldığında bir hayat olması dileğiyle… Sonsuz ve özgür olan her şey mavi…

Kaynak: DUVAR

  • Hakkımızda
  • Künye

 

Başka Bir Denizli… Başka Bir Ülke… Başka Bir Dünya… MÜMKÜN…