Özgür Denizli

İŞÇİ SAĞLIĞI HANGİ ZEMİNDEN DOĞRU KONUŞMAYI HAKEDER? (3)-Üretici Güçlerin Gelişiminin Önündeki Engellerin İşçinin Sağlığına Etkisi-Belirleyiciliği – Levent KOŞAR

2- Üretici Güçlerin Gelişiminin Önündeki Engellerin İşçinin Sağlığına Etkisi-Belirleyiciliği:

İşçi sağlığı ile ilgili konuşup-yazıyorsak; güncel olan, olmayan çok sayıda sağlık-teknik ve iktisadi-sosyal-toplumsal-siyasi-politik-ideolojik belirlenimleri yan yana sıralayabiliriz. Bunların bir kısmı sonuçlar (örneğin; sağlık/sağlıksızlık, iş kazası, meslek hastalığı gibi…), bir kısmı üst-yapısal (hukuk-mevzuat, etik, ideoloji, siyasa…) ve bir kısmı da alt-yapı nedensellikleri (politik ekonomi/toplumsal) içinde yerini alır. Ancak politik ekonomi/toplumsallık bir sürü olayın arasında sayısız ve sonsuz ilişki kurar: Çünkü; “Toplumsal hareket, toplumdan önceki maddenin bütün hareketlerinden karşılaştırılamayacak kadar daha zengin ve karmaşıktır.” Aynı zamanda; üretim ilişkilerini bir gerçeklik olarak ele almak istiyorsak, üretim ilişkilerinin analizinin meta ve onun değeri ile başladığını da bilmek zorundayız. Ve “değer, aynı zamanda toplumsal ilişkilerin kendisini gösterdiği biçimdir” der, Marx…

Doğaldır ki, işçi sağlığı ile ilgili sonuçlar ve nedensellikler arasında dinamik-karmaşık ilişkiler vardır ve politik ekonomi/toplumsal-sosyal-siyasal–ideolojik olaylarla işçi sağlığı ile ilgili olaylar arasında belirleyici ilişkiler kurulmasını bekleriz. Üzerinde tartıştığımız işçi sağlığı alanı ve bu alanda birikmiş olguları derinlemesine kavramak, analiz etmek niyetindeysek, ilk adımda onları soyutlanmış ilişkileri içinde değerlendirme zorunluluğumuz ortaya çıkar. Burada en temel ve belirleyici olanları soyutlarken, nedensellik-sonuç bağlantılarını, gelişme ve değişme süreci ile bütünsel bir çerçeve içinde tartışmamız gerekir.

O halde işçi sağlığı meselesi kendisini belirleyen süreçlerle birlikte ele alınmayı, konuyu teorik bir çerçevede tartışmayı hak eder.

İşçi sağlığıyla ilgili olaylarda belirleyici ilişkiler nelerdir? ILO-WHO ve yöneticileri mi, Çalışma Bakanlığı ve yöneticileri mi, işçilerin dikkatsizliği ve eğitim düzeylerinin düşük oluşu mu, işçilerin kişisel koruyucu donanım kullanıp kullanmaması mı, işçilerin yoksulluğu ve yoksunluğu mu, işyeri hekimlerinin ve iş güvenliği uzmanlarının bozulan ahlaki ve etik dışı davranışları mı…?

Aklımıza gelen ve gelmeyen sayısız soruyu madde-bilinç ilişkisi içinde genelleyebiliriz. Bilimsel yöntem maddenin bilincimizden bağımsız olarak bulunduğunu, sonsuzdan gelip sonsuza giden gelişimin bir noktasında bilince dönüştüğünü göstermektedir. Ve yine Marx’a göre; “Düşünce insan beyni tarafından yansıtılan ve düşünce şeklinde tercüme edilen maddi dünyadan başka bir şey değildir. İnsan üretilmiş bir bilince sahiptir. Bilinç, başlangıçtan beri, toplumsal bir üründür.”

Dolayısıyla ne ILO ve WHO yöneticilerinin, ne Çalışma Bakanlığı yöneticilerinin cahilliği, ne siyasetçilerin kötü niyeti, ne işçilerin dikkatsizliği ve eğitimsizliği, ne işyeri hekimlerinin ve iş güvenliği uzmanlarının bozulan ahlakı ve etik dışı davranışları belirleyen değil, ancak diğer maddi, pratik süreçlerin sonucu olabilir. Peki bu maddi-pratik süreçler nelerdir ve işçinin sağlığı üzerindeki etkisi-belirleyiciliği nedir?

Doğayı dönüştürmek için alet üreten insanın en temel yanı; kuyruğu kısalırken, elleri ince işler yapmaya başlarken ve iki ayağı üzerinde yükselirken, toplumsallık içinde üretirken ve üretim ilişkileri içerisinde yeniden yeniden var olduğudur. Doğayı işlerken/dönüştürürken kendi ürettiği aletleri kullanan insan ve aletlerin tamamı “üretici güçler” soyutlaması içinde tanımlanır. Bu üretici güçlerin gelişim tarihi, toplum tarihi ile koşutluk gösterir.

Şöyle ki: Tarih bilimi bizlere sağlığın geliştirilmesi, korunması, tedavisi ile ilgili bilgilerin üretilmesinin üretici güçlerin gelişmesi ile paralellik gösterdiğini söyler. Ve milyonlarca çekiç darbesinin birikimini/kristalizasyonunu bilgisayar klavyesindeki bir tek dokunuşa taşıyabilen işçilerin eğitimli-kültürlü ve kendi bedenlerinin bilgisine sahip bireyler olması beklenir.

Üretici güçler; toplum tarafından yaratılmış olan üretim araçları ve maddi varlıkları üreten insanlardır. Üretim aletlerini harekete geçiren ve onları yetkinleştiren, yeni yeni makineler yapan ve aynı zamanda da kendi bilgilerini artıran işçiler kendi edindikleri bilgileri, kendi deneyleri ve iş alışkanlıkları sayesinde üretici güçler tanımı içinde yerini alır.

Maddi varlıkların üretiminde bulunan işçiler kendi aralarında bağlantılar ve belirli ilişkiler kurar. Marks, üretim süreci içindeki insanların/işçilerin arasında meydana gelen maddi varlıkların değişim ve dağıtım ilişkilerine “üretim ilişkileri” demiştir. Bu üretim ilişkileri insanın insanı sömürüsünden uzak olabileceği gibi, sömürü şeklinde de tezahür edebilir. Burada önemli olan; üretim araçlarının (toprak ve toprak altı, ormanlar, fabrikalar, işlikler, iş aletleri vs nin) mülkiyetinin kime (toplumsal veya özel) ait olduğudur. Sömürü ilişkileri de bu mülkiyet aidiyeti üzerinden belirlenir.

Sözünü ettiğimiz “üretici güçler” ve “üretim ilişkileri” bir bağlam içerisinde “üretim tarzını” oluştururken; bunların her birinin arasında da karşılıklı etki ve bir eylem vardır. Buradaki üretici güçler üretim tarzının en hareketli bileşenidir. Sürekli olarak değişim içindedir. Üretim ilişkileri de, üretici güçlerin gelişim düzeyine bağlı bir uygunluk içerisindedir. Üretim ilişkileri, üretici güçlerin ön açıcısı olduğu zaman, üretici güçler bir gelişme içerisindedir diyebiliriz. Tersi ise gelişme değil bir engelleme halidir. Ve Marx’ın bulduğu ekonomik yasa budur. Toplumsal dönüşümlerin ekonomik temelini oluşturan bu yasa gereği; üretici güçlerin gelişiminin önüne ayak bağı olan üretim ilişkileri ya tarihsel olarak yeni bir üretim tarzı şeklinde ileriye sıçrayacak ya da üretici güçlerin üzerinde bir yük olarak baskı yapacaktır. Toplumsallığı ileriye taşıyacak olan şey, üretici güçlerin gelişimine denk gelen üretim ilişkileri iklimiyken, sınıflı toplumlarda bu denkliği/uyumu/iklimi kıran “üretim tarzı”nın bir bütün olarak temel bir sağlık sorunu yarattığı genellemesine varabiliriz. Anlaşılacağı gibi; toplumun gelişme yasaları, toplumsal-ekonomik oluşumların ortaya çıkışının ve evriminin temelidir. Toplum sadece kişiler-tekil insanlar topluluğu değildir; bu kişilerin-insanların birbirine karşı olan ilişkilerin toplamıdır. Ve toplumu tek tek bireylerin toplamından oluşmuş bir yapı değil de toplumu toplumsal-ekonomik ilişkiler içerisinde-üretim ilişkileri içerisinde oluşmuş ve oluşmaya devam eden canlı bir organizma olarak değerlendiriyorsak; sağlığın da bu iklimden doğru tanımlanması gerektiği kaçınılmaz olur.

Tarihin bir yerinde (sınıflı toplumda) üretici güçlerin gelişiminin önünde prangaya dönüşerek temel bir işçi sağlığı sorunu haline gelen meseleyi şimdilik bir alıntıyla bağlayalım. Marx Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’nın önsözünde, insan ve toplumla ilgili temel kuramsal yaklaşımını şöyle açıklar: “Ulaştığım ve ulaşıldıktan sonra incelemelerime klavuzluk eden genel sonuç, kısaca şöyle özetlenebilir: Varlıkların toplumsal üretiminde, insanlar, kaçınılmaz bir şekilde, aralarında kendi arzularından bağımsız, belirli ilişkilere girerler; yani onların maddi üretim güçlerinin belirli bir gelişme seviyesine uygun üretim ilişkilerine girerler. Bu üretim ilişkilerinin tümü, toplumun ekonomik yapısını oluşturur. Yasal ve siyasal üst yapının yükseldiği ve belli sosyal bilinç biçimlerinin tekabül ettiği gerçek temeli oluşturur. Maddi hayatın üretim tarzı, sosyal, siyasal ve entelektüel hayatın genel sürecini belirler. İnsanların yaşam biçimini belirleyen bilinçleri değildir; ama onların bilincini belirleyen sosyal yaşam biçimleridir. Gelişmelerinin belli bir aşamasında, toplumun maddi üretici güçleri var olan üretim ilişkilerine veya o zamana kadar çalıştıkları çerçeve içindeki mülkiyet ilişkileriyle çatışmaya başlar. Üretici güçlerin gelişmesinin biçimlerinden, bu ilişkiler onların prangasına dönüşür.”

İşçi sağlığı tanımı ILO’da, WHO’da ve buradan doğru üreyen “klasik tanım”lar diye sözünü ettiğimiz tanım(lar)da sağlığın politik ekonomi/toplumsal boyutu ele alınmazken, işçi sağlığının bu boyutundan neden kaçıldığı da, yukarıdaki alıntıyla birlikte anlaşılır bir duruma gelir. Çünkü işçilerin “çalıştıkları işyerlerinde mülkiyet ilişkileriyle çatışma”ya başlaması ve fiziken-zihnen-sosyal olarak gelişimlerinin önündeki engelin sınıflı bir toplumsal yapıdan kaynaklandığını görmeleri istenmez. Ve belki de; üretici güçlerin bu gün ulaşmış olduğu niteliksel/niceliksel aşama verili kapitalist üretim ilişkilerinin aşılmasını olanaklı kılmıştır da ondan! Ancak; üretici güçler tanımı içinde yer alan işçi sınıfının “bir sınıf olarak kendisini oluşturacak ölçüde henüz yeterince gelişmediği sürece ve bunun sonucu işçi sınıfının burjuvaziye olan savaşımı henüz politik bir nitelik almadığı sürece” kapitalistlerin korkmasına pek de gerek yok…

….

Devam edecek

*Levent Koşar: TTB Mesleki Sağlık ve Güvenlik Dergisi Editörü

Kaynak: Siyasihaber

http://ozgurdenizli.com/isci-sagligi-hangi-zeminden-dogru-konusmayi-hakeder-1-levent-kosar/

http://ozgurdenizli.com/isci-sagligi-hangi-zeminden-dogru-konusmayi-hakeder-2-zaman-mekan-ve-mulkiyet-iliskileri-levent-kosar/

Exit mobile version