6 Şubat’ta Maraş‘ta merkez üssü Pazarcık ve Elbistan olan 7.7 ve 7.6 büyüklüğündeki depremlerin ardından deprem bölgesine giden ve depremin ilk gününden beri orada bulunan Halkların Demokratik Partisi (HDP) Adana Milletvekili Tülay Hatimoğulları ile konuştuk.
Hatimoğulları’nın doğup büyüdüğü şehir olan Hatay’da ne yazık ki depremden etkilenen ve yıkımın çok büyük olduğu şehirlerden birisi. Depremin hemen ardından Hatay’a giden Hatimoğulları, ilk günden bugüne yaşananları, izlenimlerini ve duygularını anlattı.
Devletin ölü taklidi yaptığını, enkaz atındakileri ölüme terk ettiğini belirten Hatimoğulları, “Enkazdan çıkarılanlar ise açlıkla, soğukla ve terk edilmişlikle sınandı. Daha fazla can kaybının olmasını adeta teşvik eden bir uygulamayla karşılaştık” dedi.
Toplumsal dayanışma ağlarının önemine vurgu yapan Hatimoğulları, “Toplumsal dayanışma ağları depremzedelerin sadece susuzluğunu, açlığını gidermedi aynı zamanda hayata tutunabilmek için bir umut kaynağı oldu. Dolayısıyla bu toplumsal dayanışma ağları çok önemli ve kıymetli. Mutlaka bu ağların devamlılığını sürdürmeyi başarmamız gerekiyor” dedi.
Doğup büyüdüğünüz, yaşamınızın büyük bölümünü geçirdiğiniz, köklerinizin bulunduğu kent, tarihsel adıyla Antakya, 6 Şubat depreminde büyük bir yıkım yaşadı. Öncelikle, bizimle duygularınızı paylaşır mısınız?
“Biz hayatta kalanlar olarak bu kenti yeniden küllerinden yaratacağız. İnsanlık tarihi boyunca buradaki yaşam ve canlılık kendini hep korumuş ve yeniden küllerinden yaratmayı başarmış biz de başaracağız.“
Çok üzgünüm çok… Hem kaybettiğimiz insanlar için hem de Antakya’nın tarihi kent dokusundaki yıkımlar için. O doku, o kültür şu an için enkaz altında. Bu kenti yeniden diriltmek ve yaşatmak bizim için çok önemli ve anlamlı. Sanırım biz Antakyalıları en fazla hüzünlendiren can kayıplarının yanı sıra bu dokunun depremle birlikte tahrip olması. Tarifi imkansız bir üzüntü ve acı. Her Antakyalının ortak duygusunun da bu olduğunu düşünüyorum. Çünkü burası tarih boyunca birçok medeniyete beşiklik etmiş bir coğrafya. Orta Doğu’nun nadir kentlerinden birisi. Farklı halkların ve inançların bir arada yaşamayı başarabildiği bir kent.
Çok çalışkandır buranın insanı. Tabiri caizse ekmeğini taştan çıkarır. Yurt dışına gider çalışır, Arap ülkelerine gider çalışır ama aynı zamanda buranın insanı sosyal hayatından da hiç ödün vermez. Sosyal yaşamın cıvıl cıvıl olduğu bir yerdir burası. Biz övünürdük Antakyalı oluşumuzla. Arkadaşlarımıza, dostlarımıza “mutlaka gelin görün buraları, kültürünü tanıyın, yemeklerinden, künefesinden yiyin” derdik. Şu an buraya gelenler, Hatay’ın kültürel dokusunu tanımaya, anlamaya değil enkaz kaldırmaya, dayanışmaya geliyor. “Keşke bu felaket yaşanmadan gelebilseydik” diyor insanlar. Burada yaşanan yıkım benim açımdan birkaç yıkım anlamı taşıyor: Yitirdiğimiz canlar ayrı bir yıkım, yaşam alanlarının ortadan kalkması ayrı bir yıkım, kültürel dokunun enkaz altında kalması apayrı bir yıkım. Ama tesellimiz şu: Biz hayatta kalanlar olarak bu kenti yeniden küllerinden yaratacağız. İnsanlık tarihi boyunca buradaki yaşam ve canlılık kendini hep korumuş ve yeniden küllerinden yaratmayı başarmış biz de başaracağız. Burada var olan dayanışma ağları ile birlikte bu kenti kendi dokusuyla yeniden buluşturmak ve yeniden inşa etmek bizim en büyük tesellimiz olacak.

Haberi alır almaz Antakya’ya geçtiniz. Gördüğünüz manzara neydi? Gözlemleriniz, tanıklıklarınız, halkın dayanışma seferberliğine ve kurtarma faaliyetlerine katkılarınız hakkında bizi bilgilendirir misiniz?
“İlk 72 saatin kurtarma faaliyetindeki önemini hepimiz biliyoruz. Ama saray rejimi ilk 72 saat bilerek ve isteyerek bu coğrafyadaki insanları ölüme terk etti.”
Depremi duyar duymaz yola çıktım, akşam saatlerinde varabildim. Gittiğimde; kentin terk edilmişliğini ve karanlığa teslim edildiğini gördüm. Sokakta hiçbir görevlinin ve yetkilinin olmadığını gördüm. Aradan uzun saatler geçmesine rağmen hala ne bir yetkili ne de bir muhatap vardı. Hatay başta olmak üzere Adıyaman’da Maraş’ta bir çok ilde ilk iki, üç gün boyunca devletin D’si bile yoktu. Ne depremde ilk olarak görevinin başında olması gereken AFAD, ne Kızılay, ne de kolluk kuvveti vardı. Ortada belediyeler de yoktu. Tabii ki şunu belirtmeliyim; Hatay’da olan belediye personellerinden de kolluk kuvvetinden de bir çok kişinin enkaz altında kaldığını biliyoruz. Bu gerçeği bilen bir yerden konuşuyorum ama çevre illerden de herhangi bir seferberlik hali ilan edilmedi aslında en temel eleştirimiz bu. Benim için çok tekrar olacak ama bıkmadan uzanmadan anlatmak istiyorum. Sembolik olarak gelen AFAD çalışanlarının da sadece önlüğü var, arama kurtarma faaliyetinde çalışabilecekleri hiçbir şey yoktu. Adeta insanlara gidin orada durun demişler. İlk gelen AFAD ekibinin çalışmalarına hemen beraberimdeki arkadaşlarla katıldık. İş makinaları vardı, kullanabilecek insanlar da vardı, ama devrede değildi. Mesela arama kurtarma ekibinde çalışanlar ısrarla bizden kepçe istediler. Biz zar zor bir kepçe bulduk ve bir kadını kurtarmayı başardık. Bu kadın şanslı bir depremzedeydi. Fakat emin olun diri diri enkaz altında olan on binlerce insan saatlerce, günlerce kurtarılmayı beklerken yaşamını yitirdi. İlk 72 saatin kurtarma faaliyetindeki önemini hepimiz biliyoruz. Ama saray rejimi ilk 72 saat bilerek ve isteyerek bu coğrafyadaki insanları ölüme terk etti. İnsanlar kendi elleriyle enkazdan kurtardıkları yakınlarını hastaneye götürebilecekleri ambulans bulamadı. Şanslı olan özel aracıyla hastasını Adana’daki hastanelere yetiştirebildi. Ama birçok kişinin bu olanakları yoktu. Kısacası her bakımdan ölüme terk edilmişti Hatay.
Peki devletin, iktidarın terk ettiği bu topluma kim sahip çıktı? Yine toplumun kendisi sahip çıktı. Burada çok güçlü bir toplumsal dayanışma ağı oluşturuldu. Birçok sivil kurumun, demokratik kitle örgütünün ve cemevlerinin burada devreye girmesiyle ikinci günden itibaren toplumsal dayanışma ağı örülmeye başladı. Özellikle Adıyaman, Maraş, ve Malatya’da bulunan cemevleri çok ciddi bir biçimde seferberlik içine girdi. Depremin ikinci gününün ilk saatlerinde en azından içebileceğimiz suların kente girmesini sağlayabildik. İlk gelen gıda, battaniye ve su buralardan oldu. Devlet ise ölü taklidi yaptı. Enkaz altındakileri ölüme terk etti. Enkazdan çıkarılanlar ise açlıkla, soğukla ve terk edilmişlikle sınandı. Daha fazla can kaybının olmasını adeta teşvik eden bir uygulamayla karşılaştık. Toplumsal dayanışma ağları depremzedelerin sadece susuzluğunu, açlığını gidermedi aynı zamanda hayata tutunabilmek için bir umut kaynağı oldu. Dolayısıyla bu toplumsal dayanışma ağları çok önemli ve kıymetli. Mutlaka bu ağların devamlılığını sürdürmeyi başarmamız gerekiyor.
Bir milletvekili olarak aynı zamanda devlet kurumları ve kamusal otoritelerle, onları harekete geçmeye zorlamak için temaslarınız oldu mu, neyle karşılaştınız?
“Yerel yetkililerde ne yapacaklarını bilmiyordu. Onlar da bu depremi en nihayetinde yaşamıştı. Fakat merkezi hükümet yerel yetkilileri de seferber edebilecek bir reflekse sahip olmalıyken yapmadı.”
İlk geldiğim gün inanılmaz bir korku ve panik hali vardı. Kent zifiri karanlıktı ve inanılmaz bir kargaşa vardı. İnsanlar enkazların altında yakınlarını arıyor, enkazdan el yordamıyla çıkarılanlar hastanelere ulaştırılmaya çalışılıyor, evleri tamamen yıkılan yurttaşlar ise şehir dışına çıkmaya çalışıyor. Hemen yerel yetkililerle görüştüm, “askerin ve polisin görev başına gelerek en azından trafiği düzenlemelerini, arama kurtarma faaliyetlerine yardım etmelerini” söyledim. Neden böyle bir seferberlik halinin olmadığını sordum ve “konuya ilişkin çalışma yürütülüyor” cevabını aldım. Yereldeki yetkililer çalışma yürütmüş olabilirler. Ama merkezden hiçbir karşılık almadıklarını biliyoruz. Yine yetkililerden oluşan kriz masasını ziyaret ettim. Bizim oluşturduğumuz kriz masasının acil yapılması gerekenlere ilişkin önerileri vardı ve bu önerileri ilettim. Bu önerilerden birkaç tanesi şöyleydi: Cenazeler çıkmaya başlamıştı ama mezar kazacak kimse yoktu. Biz arama kurtarma ve yardım dağıtımına gelen gençlerin bir kısmını mezar kazmak için gönderdik ancak çok zorlandılar çünkü bildikleri bir şey değildi. Bir diğeri ekmek sıkıntısıydı. Maraş merkezli depremlerin ardından Hatay’da bazı mahalleler zarar görmemişti ve buralarda kullanabileceğimiz fırınlar vardı. Buraya un temin edilsin ve fırınları kullanıma açık hale getirelim. Burada ekmekler pişirilsin ve ilçelere dağıtılmasını sağlayalım önerisinde bulunduk. Bir diğer önerimiz çadırdı. Biz ilk günden hayvanı olan, ekini olan insanların bulundukları yerleri terk etmek istemediğini, insanların çadır kentlere çok rağbet göstermeyeceğini gözlemledik ve tekil çadırların dağıtılmasının önemini vurguladık. Bizim yürüttüğümüz dayanışma ağlarından bahsettik. Gerekirse bazı koordinasyonların kurulabileceğini söyledik. Bizim bu önerilerimizi önemsediler ve not aldılar. Görüşme olumluydu fakat bir sonuç alamadık. İki sebeple sonuç almadığımızı düşünüyorum. Yerel yetkililer de ne yapacaklarını bilmiyordu. Onlar da bu depremi en nihayetinde yaşamıştı. Fakat merkezi hükümet yerel yetkilileri de seferber edebilecek bir reflekse sahip olmalıyken yapmadı. Yerel yetkililer de çaresizdi ve merkezi bekliyordu bunu çok net gördüğümü söyleyebilirim. Dolayısıyla biz kendi imkanlarımızla en azından depremden sonra zarar görmeyen mahallelerde dükkanların, mini marketlerin, fırınların açılmasını sağlayalım ve hayatı normalleştirmeye başlayalım dedik. Aslında bu konuda yol almaya başlamıştık ta ki merkez üssü Samandağ olan 6.4 büyüklüğündeki depremi yaşayana kadar. Depremle birlikte yeni yıkımlar oldu, yorgun binalar çöktü, Maraş depreminden etkilenmemiş olan mahallelerde çok büyük yıkımlar oldu. Şimdi bir bakıma başa dönmüş olduk. Ve şimdi yeniden toplumu ayağa kaldırmak için adımlarımızı atmaya devam edeceğiz.
Devlet günlerce eylemsiz ve atıl kalsa da, Antakya kendi etrafında örülmüş bir halk dayanışmasını yeterince hissedebildi mi?
“Toplumsal ağların ve yardımların istikrarlı bir şekilde devam etmesi gerekiyor.”
Öncelikle şu gerçekliğin altını çizmemiz lazım. Yıkım çok büyük. Antakya ilçe merkezinin üçte ikisi neredeyse yıkılmış durumda. Antakya ölü bir kente dönüşmüş durumda. Samandağ ise yaşanan 6.4 büyüklüğündeki depremle büyük bir yıkıma uğradı. Maraş merkezli depremde Samandağ’ın 6 mahallesinde yıkım vardı şu an neredeyse her mahallede yıkım var. Keza Defne ve İskenderun’da da durum benzer. Hatay özelinde bahsettiğimiz yıkım ne yazık ki neredeyse 11 ilde de geçerli. Bu büyük yıkım karşısında toplumsal dayanışma ağları yürüttüğü çalışmalar ile birçok insanın temel ihtiyaçlarını karşıladı ve karışılamaya devam ediyor. Ancak çadır ihtiyacı henüz çözülmüş değil, çok fazla çadıra ihtiyacımız var. Şimdi daha çok deprem bölgesindeki yurttaşlar için sosyal aktiviteler oluşturulmaya çalışılıyor. Başta çocuklar için elbette. Deprem çocuklar için büyük bir travma yaratmış durumda. Çocuklar için oyun alanları ve psikolojik destek olanakları yaratılmaya çalışılıyor. Peki, yeterli mi? Elbette yeterli değil. Kentlerimizin belini doğrultup yeniden ayaklanması ve deprem bölgesindeki insanların kendi ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir döngünün oluşması için zamana ihtiyacımız var. Bu süreç ne kadar zamanda oluşur bilmiyorum. Dolayısıyla toplumsal ağların ve yardımların istikrarlı bir şekilde devam etmesi gerekiyor. Eğer bu yardımlar kesilirse insanlar temel ihtiyaçlara (su, gıda) ulaşamaz çünkü bu ağların dışında insanların bu ihtiyaçları temin edebileceği bir mekanizma yok. Peki yeterli mi? Bunlar da yeterli değil elbette. Toplumsal dayanışma ağlarının da sınırları. Mesela kentin yeniden inşa edilmesi. Depreme dayanıklı, insanı, toplumu, doğayı merkeze alan bugüne kadar yapılmış hataları tekrarlamayacak bir inşa süreci nasıl başlayacak? Diğer yandan kentin dokusunu, kültürünü korumak bakımından nasıl adımlar atılacak? Bu süreç elbette toplumun, ilgili meslek odalarının katılımıyla örülmeli. Bütün bu döngüyü gözeten kamusal bir desteğe ihtiyaç var. Bütün bunları gözetmek ve hayata geçirmek kamusal bir görevdir ve zorunluluktur.
Öteden beri merkeziyetçi olan ama tek adam rejimi ile birlikte bu merkeziyetçiliği saçmaya itecek kadar en aşırı noktalara taşımış bürokratik, keyfi, buyurgan, müsrif ve hantal bir devlet cihazı depremden sonra adeta apışıp kaldı, felç oldu ve seyretti. Mecliste yaptığınız açıklamada siz aynı zamanda bir taammüden cinayet var demeye getirdiğiniz. Devletin bu ataleti ne kadar yapısal nedenlerden kaynaklanıyor ne kadar kasti?
“Yurttaş hem AFAD oldu hem Kızılay oldu hem de askerin, polisin yapacağı işleri yaptı. Özce devlet yoktu, yurttaş vardı. Tüm bunlar elbette devlet açısından bir tercih meselesiydi.“
Bir kısmı yapısal, bir kısmı tercih. AKP iktidarı kurduğu tek adam rejimiyle kurumların içini boşalttı. Kızılay geçmiş dönemde de eleştirilerimiz olan bir kurumdu ama şimdi geçmişe de rahmet okutan bir durumda. AFAD’ı yere göğe sığdıramıyorlardı AFAD hayatım boyunca görüp görebileceğim en boş kurum. Ne yazık ki depremde buna bizzat tanıklık ettik. Peki, bu kurumların boşluğunun nedenleri nedir?
Biz HDP olarak defalarca ifade ettik. Liyakatsız atamalara, eş, dost, akraba atamalarına, işe alımlarda yapılan AKP’lilik testine son verin dedik. Mülakatlarda, “AKP’li misin, değil misin?” testi yapılıyor. Yetenek, birikim, beceri testi yapılmıyor. Bu kurumların hepsi liyakatsız, ve beceriksiz kurumlar sürüsü haline geldi. Biz bunun bedelini ağır bir biçimde ödüyoruz şu anda. Emin olun başka bir durum yaşadığımızda da yine benzer sıkıntılarla karışı karşıya kalacağız.
Tercih meselesine gelelim. Yukarıda da ifade ettiğim gibi deprem yaşandığında Ankara’daydım. Ailem tarafından hemen haberdar edildiğim için hızla yola koyulduk. Yolda giderken radyo dinliyoruz. Sağlık Bakanı ve Milli Savunma Bakanı’nın konuşmasını dinledim. Sağlık Bakanı, “sahra hastanesi kuruyoruz, sağlık birimlerimizi seferber ettik” açıklamasında bulundu. Milli Savunma Bakanı da aynı şekilde “askerlerimizi enkaz kaldırma çalışmaları için sahaya sevk ettik” açıklamasında bulundu. Ben bu açıklamaların kısmen de olsa doğru olduğunu zannettim ya da inanmak istedim. Deprem bölgesine gittim, hiçbiri yok hiçbiri. Ve sadece ilk gün değil, günlerce gelmediler. Alanda seferberlik falan yoktu. Ben aynı günün akşamı yetkilileri “neden yoksunuz” diye aradım. Ben sahada birilerini görseydim neden arayayım. Aramazdım. İçişleri Bakanı ise devletin alanda olmayışına sudan bahaneler uyduruyor. Bu bahaneler kısaca şöyle: Hava muhalefeti, yolların durumu, deprem sahasının genişliği, depremin şiddeti vb…
Bu bahanelere toplumun inanacağını zannediyorlarsa yanılıyorlar. Ankara’dan Hatay’a gelirken kar fırtınasına bende şahit oldum. Ama sonuç itibariyle biz gelmeyi başarabildik. Biz gelebildiysek devlet hayli hayli gelirdi, gelmediler. Bakın yurttaşlar yoldaki çatlakların kazaya sebebiyet vermemesi için yola mandalina sandığı dizdi. Yurttaş hem AFAD oldu hem Kızılay oldu hem de askerin, polisin yapacağı işleri yaptı. Özce devlet yoktu, yurttaş vardı. Tüm bunlar elbette devlet açısından bir tercih meselesiydi.

Devletin genel ataletine ilaveten Antakya halkında kendisine karşı ayrımcılık yapıldığına dair bir hissiyat var mı? Bu hissiyatın somut dayanakları nedir? Siz de mecliste yaptığınız açıklamada sadece Antakya halkına değil daha genel olarak Alevilere karşı bir ayrımcılıktan söz ettiniz. Bu konuyu açar mısınız?
“Bu bölgenin bir yurttaşı olarak söylüyorum bunu. Biz tarih boyunca inancımızdan ve etnik kökenimizden dolayı dışlandık. Fakat hiçbir zaman bu kadar yalnızlığa terk edilmişlik hissi hakim değildi bende.”
Hatay sürekli resmi ideoloji tarafından asimile edilmeye çalışılan, tarihi dokusundan koparılmak istenen bir kent. Toplumdaki en büyük kaygı iktidarın yıkımları ve can kayıplarını kendi lehine dönüştürmek. Çünkü depremi fırsata çevirmeye çalışan ve Allah’ın lütfu gibi görmek isteyen bir iktidar var. İnsanlıktan ve vicdandan kopmuş bir yapıyla karışı karşıyayız.
Alevi yurttaşlarımız ayrımcılığa maruz kaldığını düşünüyor. Yaşamını yitirenler yalnızca Aleviler değildi elbette. Farklı halklardan, inançlardan insanlarımız da yaşamını kaybetti. Ama Alevi yurttaşlardan “Tarih boyunca bizler hor göründük, dışlandık, katliamlara maruz kaldık yetmedi asimilasyon politikalarına maruz kaldık. Biz inancımızdan dolayı mı bu şekilde cezalandırılıyoruz? Böyle bir durumda da mı ırkçılık söz konusu? Devlet nerede? Vergisini en düzenli ödeyen illerden birisiyiz. Bizlere neden bu reva görülüyor?” haykırışlarını duydum. Kayıtlara bakıldığında gördüğümüz manzara gerçekten böyledir. Vergisini en düzenli ödeyen ildir Hatay ama kamusal hizmet bakımından da en geri bırakılmış illerden birisidir. Dolayısıyla toplumun öfkesi çok büyük. Bu bölgenin bir yurttaşı olarak söylüyorum bunu. Biz tarih boyunca inancımızdan ve etnik kökenimizden dolayı dışlandık. Hatay, Mardin, Adıyaman aynı kaderi paylaşan bir coğrafyayız biz. Fakat hiçbir zaman bu kadar yalnızlığa terk edilmişlik hissi hakim değildi bende. Ama şu an bu duygu o kadar net ki. Bu sadece benim kişisel duydum değil. Bölgede yaşayan her yurttaşta da bu duygu hakim.
Depremin ve ardından yaşananların bu rejimin tasfiyesinin ve demokratik bir cumhuriyetin inşasının bizatihi insanlarımızın can ve mal güvenliği bakımından yakıcı bir ihtiyaç olduğunu bir kez daha açığa çıkardığı söylenebilir mi?
“Türkiye’nin topkeyun kurtuluşu için rejimi tasfiye edip demokratik bir cumhuriyeti inşa etmek elzemdir. Depremle birlikte bir kez daha önemini ve aciliyetini hatırlatmıştır.”
Kesinlikle söyleyebiliriz. Tekrar ediyorum iktidar bu enkazın altında kalmıştır. Bakın, insanlar enkazların altında kurtarılmayı bekledi, kurtarmadılar, depremzedeler için seferber olmadılar, ölümü izlediler… Bu yapılanlar aynı zamanda cinayete ortak olmaktır. Geçmişte yapılan insan hakları ihlallerini, halkı açlığa, yoksulluğa ve zulme mahkum etmelerini bir kenara bırakalım deprem tek başına değerlendirildiğinde bile önümüzdeki seçimlerde bu rejimi alaşağı etmenin bizim boynumuzun borcu olduğu açıktır.
Bu rejimi alaşağı etmezsek bizlerin; kentlerimizi de, kendimizi de yeniden inşa etmek konusunda sorun yaşayacağımız ortadadır. Bu rejimi bir an önce ortadan kaldırmak, halkların acılarına merhem olacak, acılarını saracak olan demokratik cumhuriyeti inşa etmek hiç olmadığı kadar hayati bir önem taşımaktadır.
Enkaz altında kalan bu rejimi; sandıkta, toplumsal ve siyasal mücadele alanlarında büyüttüğümüz mücadelenin altında bırakmak gibi bir görev ve sorumluluğumuz var. Bütün adımlarımız bu hedefe yönelik olmalıdır. İktidar depremin oluşturmuş olduğu kaos ortamıyla ya da farklı kaos ortamları yaratarak seçimleri oldubittiye getirmek isteyecektir. Buna asla müsaade etmemeliyiz. Bu noktada bütün muhalefete görev düşüyor. Muhalefetin bütünsel bir çalışma yürüterek iktidarın bu tarz hamlelerini boşa düşürmesi gerekiyor. Ezcümle; iktidarın enkaz haline getirdiği Türkiye’nin topkeyün kurtuluşu için rejimi tasfiye edip demokratik bir cumhuriyeti inşa etmek elzemdir. Depremle birlikte bir kez daha önemini ve aciliyetini hatırlatmıştır.
*HDP Adana Milletvekili Tülay Hatimoğulları ile gerçekleştiğimiz röportajın ikinci kısmı yarın (28 Ocak) yayımlanacaktır.