Nejla Kurul*

Üniversiteye giriş için hazırlanan gençler, son birkaç aydır iki olgunun baskısı altında. İlk olarak Cumhurbaşkanları adayları arasından kimi seçecekleri ve hangi siyasal partiyi destekleyecekleri konusu. Yani Türkiye’nin genç bedenleri, ‘oy’larıyla geleceğin siyaset sahnesini belirleyecekler. Gençlerin siyasal tercihleri, geleceğin çocuklarının eğitimi ve “bitmeyen sınavlar”ın yazgısını da belirleyecek. Sandığa gittiklerinde, kendilerini türsel ve toplumsal insana bağlayan gençler, politik kararlarının diğer çocuklar ve gençler üzerindeki olası sonuçlarını da dikkate almak durumundalar. Yani “benden sonrası tufan!” diyemezler, dememeliler. İkincisi 30 Haziran- 1 Temmuz tarihleri arasında Yükseköğretim Kurumları Sınavı (YKS) sınavı var. Yani bir hafta ara ile hem kişisel tarihlerini hem de Türkiye coğrafyasının tarihini etkileyecek iki olgu ile karşı karşıya olacaklar.

Gençlik nedir?

Gençlerin “oy”ları ve “sınav”ları konusuna geçmeden önce bir şeyi açığa kavuşturmamız gerekiyor. Genç olmak nedir? Gençliği, yaşadığı süreyi belirten yaş aralığı ile tanımlarsak hata ederiz, çünkü konu daha derin. Bu yüzeysellikle yaklaşırsak, kapitalizmin en sihirli sözcükleri olan “genç olmak” ve “genç kalmak” gerçeğinin tuzağına düşeriz. Çağımızda herkes ‘genç kalmak’ istiyor, ama tüm yoksulluğu ve yoksunluğu içinde ‘genç olma’yı pek de hayal edemiyor. Gençliğin bu kadar kutsandığı koşullarda, yetişkinlerin olmak istediği genç hangi genç olacaktır? Olmak istedikleri genç, Soma madeninde ya da yarı şantiyeye dönüşen Türkiye’nin inşaatlarında çalışan işçiler değil sanırım. Gündelik tacizden muzdarip genç bir kadın mı olmak isterler? Ya da sözü ve sesi kesilen ve dilsizleştirilen bir Kürt genci mi? Ya da genç bir gay mi olmak ister insanlar!

Gençliğin ‘ne olduğu’ sorusu “hangi gençlik” sorusu olmaksızın anlaşılamaz. Yani gençlik toplumsal bir kategori, bu kategori tüm karmaşıklığı ile karşımızda duruyor. Gençlik; toplumsal sınıf, cinsiyet, ırk, etnik köken, dinsel fark, eğitim, cinsel yönelim farkı, engelli olup olmama gibi çoğul bir kesişim alanı, bu kategoriler genç bedenleri boydan boya kat ediyor ve farklılaştırıyor. Genç bir insanı, yani Bir’i Çok’tan yola çıkarak düşünmemiz gerekiyor. O nedenle gençliğin önemli bir kısmı, Butler’ın deyişi ile ‘dert’ veya ‘sorun’ olan bedenler! Genç bedenler, farkında olsun ya da olmasın bir dizi toplumsal düzenlemeye tabidirler. Yani genci; çalışan gençler, işsiz ve yoksul veya gelir bakımından bir yetişkine bağımlı gençler, “orta sınıf gençler’, genç kadınlar, Kürt gençleri, Müslüman Gençler, Alevi gençler, gay, lezbiyen, travesti, transseksüel gençler olarak çokluğu içinde anlayabiliriz ancak. İktidar, hangi toplumsal zeminden olursa olsun evde, okulda, işyerinde, sokakta genç bedenleri söylem ve duygu mekanizmaları ile düzenlerler. Bu çokluk içinde gençlerin birbirlerine benzeyen sorunları kadar çok farklı sorunları da var.

Gençlerin Seçenekleri Neler?

Güncel politik süreçte ‘oy’ ve ‘sınav’, iç içe geçmiş durumda. 24 Haziran 2018’de yapılacak olan sınav, 30 Haziran’a ertelendi. Öğrenciler için sınav kaygısı bir hafta daha uzatılmış oldu. Üstelik sınav ve seçim nedeniyle gençler ikili bir gerilim hattında konumlanmış gözüküyorlar.

Günümüz Türkiye’sinde gençler için üniversite seçeneği dışında bir yol yokmuş gibi duruyor! Öyle ya, bir süre çalışıp bu deneyimden sonra üniversiteye gitmek akıllıca değil. Çünkü eğitime ara verilip bayat bilgilerle sınava girildiğinde başarı şansı düşüyor. Peki üniversiteye gitmesin de ne yapsın gençler? İş yok güç yok! Üstelik hiçbir destek de yok! Bir süre Türkiye’yi ya da dünyayı dolaşmak, böylece farklı kültürleri tanımak, başka bir kentte ya da ülkede yaşamak ve sonra bu deneyimle üniversiteye gitmek gibi bir seçenekleri de yok. Bunun için hem para, hem bilgi, hem de cesaret gerek! Gençlerini sürekli güçsüzleştiren bir ülkenin “meraklı ve cesur” insanlara öyle pek ihtiyacı yok! Öte yandan yine öncekiler gibi eğitime ara verince sınav başarısının düşme olasılığı da çok yüksek! Gençler ne yapıp edip hangi nitelikte olursa olsun bir üniversiteye girmek zorundalar.

Merkezi Sınavlar: Genç Bedenleri Denetleme Aracı

İnsani gelişim için sınavların yarattığı olumsuzluklar çok fazla; ki bunlar başka bir yazının konusu olacak. Ne var ki şunu belirtmeliyim, üniversite sınavı, gençlerin hayatlarını maddileştiriyor ve donduruyor. Merkezi sınavlar ve artan rekabet gençlerin ayaklarında bir pranga! Kapitalizm, denetlemek için ‘öngörülebilir bedenler’ istiyor. Zira özgür, güçlü, akışkan ve dinamik bedenler öngörülemezler. Yine kapitalist yaşam alanlarında ‘tekrarı üretmek’ üzere koşullanmış ebeveynler ve öğretmenler gençler üzerinde gerontokratik baskıyı hiç eksik etmiyorlar.

Biyoiktidar için, gençler bir nüfus! İktidar genç bedenlerle ciddiyetle ilgileniyor. Genç nüfusu, genç özneyi tüm yalnızlığı içinde sabitlemek istiyorlar. Üniversite eğitimi dâhil, iktidar kapsayıcı bir programla itaatkâr genci üretiyor. Bu genç, yalnız kendisine ait, kendisinin bile anlamadığı ve anlamaya muhtaç olduğu bir genç kimliği taşıyor. Gerçekten biyoiktidar, genci betimliyor; tekil, sabit ve hakiki bir özü olan bir genç istiyor. Şimdilerde iktidarın istediği bu ‘öz’, cinsiyeti maddeleşmiş, “dindar”, hatta “kindar”, mutlaka “itaatkâr bir gençlik. Neo-liberalizm-muhafazakârlık, canlı, dinamik ve yüce amaçlar peşinden koşan, özneleşerek yaşam seçeneklerini geliştiren bir genç istemiyor. Gençlerin yaşamlarını pek çok araç ve mekanizma ile denetliyor; sınavlar ise bu denetim sürecinin önemli bir parçası.

Öte yandan ebeveynler ise hem kendi yakın gelecekleri hem de çocuklarının görece uzak geleceği hakkında endişeliler. Yani gençler ve ebeveynler için hem okulda ve hem de evde hâkim duygu; endişe, kaygı hatta korku! Sınav adayın uzun soluklu çalışmasının bir ürünü olmak durumunda, politik tercihleri de! Doğrudan etkilendikleri toplumsal sistemin gidişatı ile ilgili bir tercih de uzun soluklu bir politik gelişim sürecinin ürünü olmak zorunda. Yani gençler ve ebeveynleri hem üniversiteye giriş sınavı hem de politik bir sınav ile karşı karşıyalar.

AKP’nin Üniversiteye Girecek Gençlere Vaadi Ne?

On altı yıldır iktidar olan AKP ve Cumhur ittifakının gençliğe sunabildiği; birbirinden nitelik olarak ayrışmış, canlılığını yitirmiş, korkutulmuş ve sindirilmiş üniversiteler, yurt olanaksızlıkları, artan hayat pahalılığı karşısında yükselen yaşam maliyetleri (yeme-içme, barınma, ulaşım), mezuniyetin ardından gelen ‘diplomalıların işsizliği’ ve 25-30 bin civarında seyreden kredi borçlarıdır!

Öğrenciler, son birkaç hafta içinde sonuçlanan ‘üniversite bölünmeleri’nden sonra düşledikleri üniversitelere de gidemeyecekler. Gazi Üniversitesi’ne gitmek isteyen bir öğrenci, uzun zamandır izlediği iyi bir bölümü istiyorsa “Hacı Bayram Veli Üniversitesi’ne girmek zorunda kalacak. Muharrem İnce’yi Fakültesi’nde konuk eden dekanın görevden alınmasından sonra yeni dekan fakülteye muhalifleri sokmayacak. Yani Fakültede Cumhur İttifakının adayını ağırlamaktan başka seçeneği yok! Anlaşılan o ki Cumhur İttifakı ‘yerli-milli üniversite’ derken üniversiteyi ‘arka bahçesi’ olarak tahayyül ediyor. Hakikatin peşinde olması gereken ve bunu yaparken itaat etmemesi beklenen üniversite, çölleşme ve çoraklaşmanın izinden gidiyor. Üniversitenin bileşenleri akademik yöneticilerini seçemiyor, üniversitelerinin adları konusunda etkisiz kalıyorlar, üniversite yöneticileri bir KHK ile akademisyenlerinin işlerine son verdiriyorlar.

Üniversite Mezunlarının İşsizliği

Sınav sonuçları, üniversite ve bölüm seçimini büyük ölçüde belirliyor. Hangi bölümler iş bulmayı güvenceye alıyor? Tıp Fakülteleri bile bunu garantileyemiyor artık. Bilindiği üzere, OHAL döneminde, bini aşkın doktor güvenlik soruşturması sonuçları gerekçe gösterilerek, esasında politik görüşlerinden dolayı görevlerine başlatılmadı. Eğitim Fakültesi mezunları uzun zamandır “ataması yapılmayan öğretmenler” olarak her gün işsizlik gibi bir şiddeti deneyimliyorlar. İktisadi ve İdari Bölümler mezunları komiser muavini olmanın peşinde. Hukuk fakültesi mezunları, “avukatlık bürolarının” sıradan çalışanları olmak zorunda! İş yaşamındaki siyasal görüşe göre ayrımcılıklar, “adam kayırmalar”, “torpiller” mülakat süreçlerindeki haksız uygulamalar, kayırmalar insanları çıldırtıyor adeta! Güzel sanatlar, arkeoloji, tarih, dil bilimleri, tiyatro ve felsefe bölümleri ne durumda! Onlar kamuda istihdamı unutsunlar! Çünkü “Yeni Türkiye’nin tarihi, dilleri, felsefeyi ve sanatı korumak ve geliştirmek gibi bir kaygısı yok! Peki hangi üniversite iş bulmada güçlü güvenceler sunuyor? Sadece birkaç üniversite! Bu üniversiteler de “bu suça ortak olmayacağız” diyen bir bildiriye imza attıkları için akademisyenlerinin işlerine haksız ve hukuksuz biçimde ‘son vermeyen’ üniversiteler. Yani Boğaziçi Üniversitesi, ODTÜ, Hacettepe gibi kamu üniversiteleri ile birkaç vakıf üniversitesi.

Eğitim ve iş arasındaki ilişki, son iki on yıldır hiç de iyi değil! Bu ilişki ayrılığa da evrilebilir. Çünkü nitelikli istihdamsız bir büyüme furyası, ülke ekonomisini borç batağına düşürmüş ve işsizliği artırmış durumda. Gençlerin işsizliği söz konusu olduğunda yetkili politik özneler, gençlere seslenirken uzun zamandır söylediğini yineliyor yine: “Devlet iş kapısı değildir!” diyorlar. Yine, üniversiteyi bitirince iş isteyen gençlere “dünyanın hiçbir yerinde böyle bir şey yok!” yanıtını veriyorlar hazır cevaplıkla. Ve ardından işsizliğin faturasını gençlere çıkaran sözü ediyorlar: “Ehliyet ve liyakat varsa sizi kaparlar”, eğer kapılmamış ve işsiz kalmışsanız bunun sorumlusu sizsiniz” deniliyor.

Gençlere istihdam güvencesi vermeyen siyasal iktidar, 16 yıl boyunca kimlere güvence verdi? Kamu-özel ortaklıkları gibi somut bir olguda, görebiliyoruz ki devlet ve özel sektör hiç bu kadar iç içe geçmemişti. Özel sektörün tüm borçlarına güvence veren, ürettiği hizmete satın alma garantisi veren devlet, “devlet iş kapısı değildir” diyor. Sermaye geliri elde edenler gibi vergilerini zamanında ödemeyip bekletenlere “vergi barışı” adı altında son 7 yılda 6 kez vergi affı getirirken, bu kesimlere “devlet vergiden kurtulma kapısı değildir” demiyor. Şehir hastaneleri ve köprülere “hasta” ve “belli sayıda araç için geçiş güvencesi” veren devlet nasıl olur da “devlet iş kapısı değildir” diyebiliyor? Ayrıca en tepeden iktidar, “Türkiye’yi bir anonim şirket gibi yöneteceğini” söylememiş miydi? Söyledi ve söylediğini yapıyor da! Devlet, büyük bir özel işletme gibi yönetiliyorsa şayet neden “iş kapısı” da olmasın? Yani “şirket devlet modeli” istihdam yaratmak durumunda değil mi! Biliyoruz ki devlet üretim ve bölüşüm ilişkileri çerçevesinde, “eğitim, sağlık ve çalışma hakkını güvence altına almak zorunda! Yoksa neden vergi verelim ki?

Millet İttifakının partileri ve cumhurbaşkanı adayları bu sorunların farkında olduklarına dair demeçler veriyorlar. Özellikle işsizliğin bir sorun olduğunu gördüklerini ve çözeceklerini vaat ediyorlar. HDP, ileri Keynesyen bir model zemininde hem üretimi artıracak, hem bölüşümü düzenleyecek, hem de yakıcı bir sorun hale gelen özellikle genç işsizliğini azaltacak politikaları anlatıyor seçim bildirgesinde.

Bir hafta Arayla İki Sonuç Almak

Gençler, geçmişten bugüne toplumun en temel dönüştürücü dinamiği! Çünkü gençlik en nihayetinde yenilik ve değişim talebinin baş aktörü konumunda. Gençlerin oyları nereye giderse, kendilerine verilmiş bir armağan olan yaşamları da oraya doğru yönelecek! Gençler on altı yıldır yaşanılanların bir tekrarını mı istiyor yoksa içinde özgürlük imkânlarını barındıran bir değişim mi? Gençler, üniversiteye giriş sınavına hazırlanırken oylarıyla siyasal iktidarı da bir sınavdan geçirecek! Seçim kampanyalarında çizgi filmlerle ikna edilerek oyları talep edilen gençler, nerdeyse iki yaşından beri gördükleri siyasal iktidara geçer not mu verecekler yoksa sınıfta mı bırakacaklar? 25 Haziran Pazar günü seçimlerin sonuçlarını, 1 Temmuz günü de sınav sonuçlarını alacağız.

 

* Nejla Kurul, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Eğitim Yönetimi ve Politikası Bölümünde öğretim üyesi iken barış imzacısı olması nedeniyle, 7 Şubat 2017 tarihinde 686 sayılı KHK ile görevinden ihraç edildi. 1994 yılında kurulmuş olan ancak 2001 yılında kendini feshederek Eğitim Sen’e katılan Öğretim Elemanları Sendikası’nda bir dönem yönetim kurulu üyeliği yaptı. Wisconsin Üniversitesi’nde bir yıl (2000-2001) konuk öğretim üyesi olarak bulundu. Üniversite’de Dekan Yardımcısı, Sürekli Eğitim Merkezi Müdürü ve Eğitim Bilimleri Enstitü Müdürü ve Üniversite Senato’sunda senatör görevlerinde bulundu. Kurul, “Küreselleşme ve Üniversiteler”, Adnan Gümüş ile birlikte “Bologna Süreci Kime Hizmet Ediyor?”, “Eğitim Finansmanı” kitaplarının yazarıdır. Kamusal Eğitim: Eleştirel Yazılar adlı kitabın editörüdür. Çok sayıda akademik dergi yanında, bilim ve siyaset dergilerinde makaleleri yayımlandı. Birçok gazetede ve internet haberciliği yapan mecralarda yazılar yazdı. Halen Ankara Dayanışma Akademisi üyesidir.

 

  • Hakkımızda
  • Künye

 

Başka Bir Denizli… Başka Bir Ülke… Başka Bir Dünya… MÜMKÜN…