Fransa “Sarı Yelekliler” hareketi ve İngiltere “Yokoluş İsyanı”na genel bir yaklaşım – Sadık Çelik

Sadık Çelik

Yaşadığımız büyük ekokırım aralığıda bu iki ülke devletinin biyosfer sicili oldukça kabarık bir tarihselliğe dayanmakta. Eko sistemin kapsama alanını oluşturan bütün kıtalarda insanın yeryüzüne hakim olma hırsıyla başlattığı yağma ve talancılıkta; yüzyıllardır insanın emeği de dahil, yeraltı ve yerüstü kaynaklarının hukuksuz ve sınırsız bir “endüstri uygarlığı” adına tüketilmesinde bu iki sömürgeci kapitalist devlet imparatorluğunun bugüne uzanan çok özel bir payı var. Yani “gezegeni kim bu hale getirdi?” sorusunun cevabında bu iki haydut endüstri imparatorluğunun militarist teknolojilere dayalı “yok etme” savaşları var.

“Petrol savaşları” olarak da ifade edebileceğimiz bu savaşların günümüzdeki en görünür kurmaylığında (Amerika Birleşik Devletleri ve Federal Almanya’yı ve hatta Rusya ve Çin devletlerini de eklemeliyim) hep bu devlet haydutlarının parmak izi var. Ancak bu petrole dayalı savaş endüstrisi bugün nihayet bir paradoksa toslamış bulunuyor. Gezegenin fosil yakıtları yani petrol kaynakları hem bitme noktasına geldi hem de kapitalist endüstrinin sınırsız ve gelecek kaygısı olmaksızın kullanım alanlarıyla gezegenimizin yaşam döngüsünü son sınırına getirmiş oldu. Ve bu son yaşam sınırında bile kapitalizm hala yaşamı hiçe saymayı sürdürüyor. Yeryüzü başta petrol ve su kaynakları olmak üzere bu haydutların çıkar savaşlarıyla dövülmeye, örselenmeye devam ediyor. Sonuca gelirsem, Fransa ve İngiltere’deki birbirinden farklı birbirine karşıt iki sokak hareketinin ekolojik sosyal ekonomik politik yönlerini anlamak ve ayrıştırmak için yukarda sıraladığım haydutluğun tarihselliğine bakmak gerekir önce…

Fransa’daki “Sarı Yelekliler” hareketi, içerdiği ekonomik sosyal sorunlardan çok, milliyetçi ve ırkçı faşist partilerin manipüle ettiği bir iktidar dalaşı olarak ceryan etmekte. Ben bunu biraz Ukrayna’daki “May D’au” hareketine benzetiyorum. Ki bu da kendi sosyal dinamiklerinden çok AB haydut devletlerinin faşist parti ve grupları Rusya’nın kokuşmuş güdümlü iktidarının yarattığı ekonomik ve sosyal krizden, yeni bir pazar alanı yaratmak için yararlanmak amacıyla manipüle ettiği bir kalkışmadır. Nitekim bu kalkışma sürecinin başlarında yer alan anarşist gruplar daha sonra yaptıkları açıklamada hareketin gerçek muhtevasının manipüle edilerek değiştirildiğini açıklayarak farklı bir tutum aldılar. Fransa’da yaşanan da benzer bir durum aslında. O nedenle anarşistler bu son derece ekonomik talepli ve son derece ekosistem karşıtı manipülatif harekete mesafeli ve temkinli yaklaşmaktalar.

Kısacası Fransa’daki “Sarı Yelekliler” hareketi, içerdiği ekolojik sosyal paradokstan çok, esas olarak milliyetçi ve faşist partilerin sistem içi bir iktidar dalaşıdır. İngiltere’deki “Yokoluş İsyanı” ise doğrudan ekosistemi mahveden kapitalizmi hedef alan ve pek çok kesimi kapsayan bir sosyal hareketi niteliği taşımakta. Bu yanıyla Fransa’daki “Sarı Yelekliler” hareketine kıyasla daha doğru hedefleri ve dinamikleri olan bir hareket. Bence bu hareketin küresel düzeyde daha yaygın ve sürekliliği olan bir dinamizmle devam ettirilmesi gerekiyor. Özellikle Brezilya’nın ekosistem karşıtı yeni devlet başkan Bolsonaro ile birlikte Amazon ülkelerinin tamamını tehdit eden ekokırım sürecine karşı “doğrudan yaşam savunma eşgüdümü” oluşturmak gerekiyor.

Bugün hala mevcut ekolojik çöküş karşısında hayrete düşen, inkar eden, felaketi görmek istemeyen “Evet, felaketler var, ama yine de onlardan kaçınabiliriz” diyenlerin talihsiz varlığını düşünerek, daha çok bireysel – grupsal çabaya ve dayanışma deneyime ihtiyacımız olduğunu anlıyoruz. Bunun için de, başta Amazon ülkeleri halklarının yerel direnişleri olmak üzere, Fransa ZAD hareketi, Almanya Hambach orman direnişi, Patagonya Mapuche hareketi, Meksika Chiapas otonomu, Rojava otonomu özgürlükçü ekoloji deneyi, Amerikan yerlileri, Dakota su koruyucuları hareketi Standing Rock, Türkiye’de Alakır ve Kazdağları Kardeşliği, İstanbul Kuzey ormanları savunması, Dersim-Munzur Hasankeyf ve Karadeniz ekoloji hareketleri gibi dünyanın pek çok yerindeki irili ufaklı bütün yaşam savunucularını bir araya getirecek bir “Küresel direniş ve yaşam koordinasyonu” oluşturmak gerekiyor. Hem de aciliyetle…

Burdan hareketle, son bir uyarı notu olarak bir şey daha eklemem gerekiyor. Gezegenimizdeki insan merkezli olağanüstü tahribatımızla, iklim periyodundaki vahim sonuçlara neden olan nükleer denemeler, savaşlar, orman ve tarım alanlarında ve kent yaşamında modern uygarlığımız adına işlediğimiz biyolojik, genetik, teknolojik bütün endüstriyel suçlarımızla, nihayet o büyük “yok oluş” aşamasının eşiğine gelmiş bulunuyoruz. İronik bir ifadeyle, yer yeryüzünde doymak bilmez bir hırsla sürdürdüğümüz “fetih yolculuğumuzun” son durağındayız artık. Can çekişen bir gezegeni fethettik sonunda. Farkettiniz mi? Belki küçük bir bölümünüz… İşte asıl felaket!… Tıpkı o bütün (hava, su, toprak, orman, hayvan…) dost bileşenlerimizle bir arada UYUM içindeyken sırt çevirdiğimiz ekolojik dünyamızdan uzaklaştığımızı, yabancılaştığımızı farketmediğimiz gibi, bu son felaketi de farketmeden, ya da önemsemeden “bize, yani “yeryüzünün efendilerine” bir şey olmaz” diye ahmakça kendini avutan milyonlarca türümüz var bu yeryüzünde. Peki bu durumda ne olacak bu insanlığımızın hali? Sanırım bu sorunun cevabı mevcut sistemle olan yüzlerce yıllık zehirli kan bağımlılığını terk edip etmemekle mümkün olacak.

Kaynak: Kedistan

  • Hakkımızda
  • Künye

 

Başka Bir Denizli… Başka Bir Ülke… Başka Bir Dünya… MÜMKÜN…