Özgür Denizli

Cemal Süreya’nın Ahmet Kaya söyleşisi- 2/3: Ne şeytanı gör, ne de kulhuvallah’ı oku

Aşk hakkında ne düşünüyorsun?

Evrensel bir duygu.

Evrenseli değil, sendekini soruyorum. Sendeki aşk nasıl? Cezalandırır mı, kıskanç mıdır?

Ben bir kere en başta kendime aşığım. Kendimi çok seviyorum. Narsizmin somut bir örneği. Kendimden başka kimseyi fazla sevmiyorum. Eğer ben gerçekten cezalandırma duygusunu taşıyorsam en fazla cezayı da kendime veririm. O konuda hiç kimse rahatsız olmasın.

Kıskanç mısın?

Evet, ikinci plana düştüğüm anda bütün damarlarım havaya kalkar. Kıskançlığın özünde ikinci planda kalmak vardır. Başka bir altyapısı yok. Bana başka bir örnek verebilirseniz helal olsun size.

Aşağılık duygusuyla ilişkisi var mı?

Tabii bütün insanlarda aşağılık duygusu vardır. “En büyük benim” diyenler bile böyle bir zaafa düşebilir.

Bu kadar ad yaptın. “Ben bunu yapıyorum, şu da dünyanın neresindeyse bunu duysun” gibi bir eğilimin var mı?

Tabii, eski arkadaşlarımın beni dinlemesini, benimle gurur duymasını çok istemişimdir. Yani Ahmet Kaya hiçbir şey olmayabilirdi de. Sıradan, bugün bir yerde, bir lastik imalathanesinde çalışan bir devrimci de olabilirdi. Hapishanede yatan bir insan da olabilirdi.

Samimi değilsen söyleme; ün yapınca ilk duyguların nelerdi? Ortaokuldaki sevgilim de duysun gibi bir şey mi?

Bende öyle değildi. Birlikte oluşturduğumuz hareket vardı. Bu, zamanla insanların önüne bir görev koymuştu. Ben geçmişte de sanatçıydım. Bana, hep ‘müzik yap’ diyorlardı. ‘Üç kişiyle başlayıp 100 kişi olacağız’ diyorduk. Onlarla birlikte olamadım ama, 100 kişilik orkestrayı tek başıma oluşturabildim. Bu bende olağanüstü bir coşku yaratıyor. Konserlerimde yüzlerce insan ayakta kalıyor. Geçmişte bana öğretilenlerin doğru şeyler olduğuna inanıyorum. Geçmişim vardı ve geleceğimin de olacağına inanıyorum.

Bir kişi aynı anda birden çok kişiye aşık olabilir mi? Sende olmuş mudur?

Bu biraz siyahla beyaz, doğru ile yanlış gibi bir şey. Yani esas ve tali meselesi. Yuvarlak bir şeyi ortadan ikiye böldüğünüz de onun yarısıdır. Ama yarının yarısı olmaz. İnsan bir anda iki kişiyi sevemez. Sadece annesine ya da kızkardeşine duyduğu sevgi olabilir o iki sevginin birisi. Bende hiç olmadı. İki kişiyi birden sevmek olmaz. Annemi de severim, kızkardeşimi de. Bu nasıl sevgi? Karşı cinsten birisine sevgi diyorsanız, bunun özünde cinsellik, arzu etmek vardır. Ama aynı anda iki kişiyi birden arzu edemez insan. Mümkün değil.

Rüyaya inanıyor musun? Çıkan rüyan oldu mu?

İnanmıyorum. Çıkan rüyam olmadı. Hep uyanık olduğum için rüya da görmem zaten. Ne şeytanı gör, ne de kulhuvallah’ı oku.

İlk sevdiğin kız, herhalde bu coğrafyanın bir yerinde. Onunla hiç karşılaştın mı? Mektuplaştınız mı?

Hayır, karşılaşmadım. Herkesin bir çocukluk aşkı vardır. Benimki ilkokul beşteydi. O da biliyordu. Bisikletle peşine düşüyordum. Bir daha da göremedim.

Evlilik hakkında neler düşünüyorsun?

Evliliği karşı cinsten iki insanın birlikte bir hayatı çözümlemek, olumlulukları, olumsuzlukları birlikte göğüslemek, üretmek ve düşünsel anlamda daha da çoğalmak, gerilimleri, sıkıntıları dinamik ve yaratıcı bir hayata dönüştürmek olarak düşünüyorum. Yoksa iki insanın dolmalık biber gibi bir tencerenin içine yerleşip yangınlar üzerinde pişip dağılıp pilav durumuna gelmesi olarak değil…

Toplumda çok şey değişti. Değişmeyen tek bir şey evliliğin kuralları. Ortalama bir insan, vapurda karşılaştığı birini evde karısına ya da kocasına anlatamayabiliyor. Öyleyse, neden? Evlilik yalan mı demek sence?

Feodalite efendim, feodalite. Kronik video kültürünün etkisi.

Resmi olmayan birliktelikleri de evllilik sayıyor musun?

İkili ilişkilerin sonsuza kadar süreceğine inanmıyorum. İnsanlar birbirlerini üretmeli, çoğaltmalı. Şu anda birlikte olduğum insana alternatif birini görürsem gözümü kapamadan onunla birlikte olurum. Engellemek mümkün değil. Eşim için de geçerli bunlar.

Bugünkü yaşadığımız hayat nasıl bir hayat?

Bu soru tam bir alaturka şarkı gibi oldu? Cevap vermek mümkün değil. Zaten görünüyor. İşte böyle bir hayat.

Peki, eskisine göre, mesela on yıl öncesine göre nasıl bir hayat bugün yaşadığımız?

Bence iyi deneyimlerden ve süzgeçlerden geçtik. Bir sürü şey gördük. 70′li yılların başında kafamızı duvara vurduk. Ben onu görmedim. 80′li yıllarda bir sürü şeylerin ciddi anlamda sentezine vardık. Yapılması gereken şeylerin ne olduğunu, geçmişteki hataları tekrarlamamayı, doğru şeyler yapmayı ilke edindik. Çok daha olumlu bir seyir içindeyiz.

İnsanın uzayı fethedebileceğine inanıyor musun?

Bilimin de bir sonu olduğuna inanıyorum. Ben buradan dümdüz yürüdüğüm zaman belki, üç metre giderim sapmadan. Bunu yıllara da vurabiliriz. Mars olayını gündeme getiriyorlar. Onun şu anki durumu belli. İnsanlar gitmek adına gidebilirler, ama yaşamazlar. Güneşe gitmek zaten mümkün değil. Dünyanın damı delindi. Bu kadar akıllı insanlar zamanında bunun önüne geçebilirlerdi. Ozon tabakasının delinmesine çare bulabilirlerdi.

Senin hayatında görmeyeceğin bir şeyin gerçekleşmesi için çalışır mısın?

Kesinlikle çalışırım.

Peki, torununun, torununun torunlarının görebileceği bir şey için çalışır mısın?

Çalışmak değil, ayağımı bile kıpırdatmam.

Glasnost ve perestroyka için ne düşünüyorsun?

Sonunda buraya geleceğimizi, bunu soracağınızı biliyordum. Bu konudaki görüşlerimi şimdi söylemek istemiyorum.

Dünyadaki perestroykadan söz edelim. Dünyada bir deli düğmeye basacak, hepimizi yok edecek. Buna inanıyor musun?

İnanmıyorum. Bu delilerin olayı olmaktan çıktı artık.

Ahmet Kaya diye bir gerçek var. Öncesi ve sonrasıyla şöyle demişsin. ‘Ruhi Su, benim çıkış noktam olmadı. Livaneli’den çıkış yaptım.’ Oysa, Livaneli, Ruhi Su’dan çıkış yapmıştır. Bunu biraz açar mısın?

Livaneli’nin Ruhi Su’dan etkilendiğini bilmiyorum. Beni de ilgilendirmiyor. Bu birikim bende var. Ben Livaneli’yi tanımadan da bağlama çalıyordum. Ancak Livaneli’yle bir şekillenme oldu, bir kalıba oturtabildim anlayışımı. Oysa ben Livaneli’yi tanıdığımda olağanüstü bir şey yapmıyordu. Aynı zincirin birer halkası olarak kendimizi düşünebiliriz.

Zincirin ilk halkası kim?

Bilmiyorum.

Arabeskle ilişkin? Yeniden oraya geldik…

İnsanlar artık sakız çiğner gibi arabeski eleştirmekten vazgeçsin. Arabeski eleştirecek insan, ilk önce aynaya bakmalı, ‘Arabesk nere, ben nere?’ diye. Geçmişte bir yazarın verdiği bir örnek vardı: Kapalı odalarında, kalorifer sıcağında, ellerinde viski bardakları ve pipolarıyla oturup kendilerini bir kır gerillasıyla özdeşleştiren insanlar yaşıyordu. Arabesk müziği çözümlemek için, o insanların arasına girmek ve o kültürü iyi yaşamak gerekir. Kendini o kültürden arındırmış gibi görünenler, ne yazık ki, gittikleri yerde İbrahim Tatlıses’i alkışlamaktan geri kalmıyorlar. Bu ayıptır. İnsanlar arabeske karşı bir tavır alıyorlarsa, alternatif bir müzik geliştirmek zorundalar. Bunu bilmiyorlarsa, efendi gibi yerlerinde oturacaklar. Arabeski tartışacak çapta bir insan yok Türkiye’de. Arabesk tartışılmaz, vardır zaten. Müzik tartışılmaz, sen bunu neden besteliyorsun diye soramazlar. Gerçekten Türkiye’deki devrimci harekete, özgürlük ve demokrasi mücadelesine engel olduğunu söyleyebilirler mi? Böyle söyleyen bir insan varsa, kendinden haberi yoktur bu insanın. Çünkü hakim olan kültür bu zaten Türkiye’de. Biz bunu yeni yeni irdelemeye başladık. Orhan Gencebay 1960′lı yıllarda “Bir Teselli Ver”i söylemeye başladığı zaman o plak en çok satan plaktı. Orhan Gencebay furyası o zaman özgürlük ve demokrasi mücadelesine engel değildi de, 1980 sonrası İbrahim Tatlıses ve diğerlerinin söylediği şeyler mi engel oldu? Oysa İbrahim Tatlıses bugün hâlâ Orhan Gencebay’ın rekoruna erişebilmiş değil. Niye o zaman değil de, bugün gündeme geldi bunlar? İnsanların yapacak başka işi yok mu? Oturdukları yerde ahkam kesmeyi bıraksınlar. Alternatif anlayışlar üretsinler. Slogan mı atmak gerekiyor müzikte. Bence Marx’ı çizgi-roman yöntemiyle yayımlasak, daha yaygınlaştırabilir, hatta daha iyi anlatabiliriz.

Eşcinsellik konusunun da öne geldiği görülüyor… Eşcinsellerde bir yükselme dönemi başlamış…

Ben buna inanmıyorum. Onlar kimliklerini açığa vurdular. Geçmişte sayıları daha çoktu, şimdi azaldı. Çoğu AIDS’ten öldü. O zaman gizliydi savunamıyorlardı. Bugün onlar için barlar açıldı, partiler kuruldu.

Yeşiller için ne diyorsun?

Sadece doğayı kirleten etkenlerle değil de, insanları kirleten etkenlerle de uğraşsalar daha iyi olacak. İnsanlarımızın etrafını saran pisliğin temizlenmesi gerek. Mesele otların toplanması, kaplumbağaların kurtarılması değil.

Diyelim sen Ahmed Arif’ten, Enver Gökçe’den beste yaptın. Daha sonra yine aynı metinleri mi kullanmak istersin?

Dünya her gün değişiyor. Ben geçmişte Ahmed Arif’ten yapıyordum, şimdi yapmıyorum. Nazım’dan yapmıyorum. Açıkça söyleyeyim, Nazım’ı bestelemek zor. Şiirlerini müzikleştirmekte zorluk çekiyorum. Nazım bestelemek biraz da ustalık işi. Ben kendimi hâlâ çırak olarak görüyorum.

Sen kendi kendine yetiyor musun?

Tabii yetiyorum. Söz olarak değil, beste olarak. Ben besteciyim, güfteci değilim.

Bir insan hem en büyük besteci, en büyük söz yazarı ve hem de en büyük şarkıcı olabilir mi?

Mümkün değil. İnsan bir alanda uzmanlaşabilir. Diğerleri talidir. Ben söz yazabilecek kültürel birikime sahip olduğumu zannetmiyorum. Ama besteciliğime inanıyorum ve “ben varım” diyorum.

Yaptığın besteyi kullanan başka şarkıcılar oldu mu?

Oldu.

Nilüfer için ne düşünüyorsun?

İyi bir sanatçı, güçlü ve akıllı. İyi bir şarkıcı. Alaturka müziği sevmememe rağmen, onun çok sağlam bir dille ve sağlam bir diksiyonla müzik icra ettiği kanısındayım.

Peki Muazzez Abacı’yı neden daha öne çıkarıyorsun?

Her şeyden önce delikanlı bir tavır var Muazzez Abacı’da.

Delikanlı ne demek?

Muazzez Abacı’da oturmuş bir yorum var. Doyuruyor insanı. Şarkının içeriğini mimikleriyle, tavırlarıyla ve yaşam biçimiyle çok iyi veren bir sanatçı. Sanatçıyı sahnedeki şovuyla dinlemem. Altyapısıyla beni etkilemesi lazım, yaşamıyla. Muazzez Abacı, fiziğinin ötesinde, ses duyarlılığı yüksek bir sanatçı.

Gönül Yazar için ne diyeceksin?

Şarkılarını da, kendisini de, hiçbir şeyini sevmiyorum Gönül Yazar’ın. Bana hitap etmiyor.

Hitap etmeyen iki ad daha söyle.

Söylemeyeyim daha iyi.

Sezen Aksu da başka bir söylem içinde size göre?

Beğeniyorum, kendi alanında değişik bir üslup kullanıyor. Tabii burada Onno Tunç’un da etkisi var. Sezen’in meselesi değil bu. O icra ediyor, yaratanlar başka.

Yıldırım Gürses…

Allah onun layığını versin. Alanımdan kaybolsun.

Şu an okuduğun kitap, dergi ya da gazeteden sende kalan izlenimler.

En son Cönk’ü okudum. Doğu Perinçek’in yazdıkları hoşuma gitti. “İthal anlayışların ötesinde, kendi ayaklarımızı kendi topraklarımıza basalım” diyor.

Kitaplığın nasıl bir kitaplık?

7000 kadar kitabım var.

Aradığın şeyi hemen bulabiliyor musun?

Tabii, hemen bulabiliyorum.

Kaynak: Gazete Fersude, (2000′e Doğru Dergisi – 1989)

Exit mobile version