Sönmez gibi resmi devlet milli gelir rakamlarından hareket etsek bile iktisadi büyümenin motorunun inşaat değil, sanayi olduğu olgusal olarak da kanıtlanıyor. Şu kadarını belirtelim resmi devlet verilerinde bile sanayi sektörünün payı yüzde 20 iken inşaat sektörünün payı yüzde 7’dir.

Burjuva-sol iktisatçıları incelemeye iktisadi krize dair makalelerini ele alarak devam ediyoruz.

Hemen belirtelim, Kapitalist ekonominin kriz dönemlerinde burjuva-sol iktisatçıların sendikalar, öncü işçiler ve sol siyaset üzerindeki nüfuzunun arttığını görüyoruz. Bunun (ayrı bir makale konusu olan) birçok nedeni var.

Hâlbuki iktisadi kriz dönemlerinde işçi sınıfının harekete geçmesinin koşulları da elverişli hale gelir. Kapitalist sistemin sorgulanma zemini, muazzam ölçüde genişler. Sistemin aygıtlarının meşruiyeti devletten, sendika bürokrasisine kadar tartışılır hale gelir.

Ama bunun için sadece burjuva ideolojisinin katıksız savunucularının değil; kapitalizmi eleştirir gözükseler veya böyle bir imaj yaratmış olsalar bile, son kertede (dengesizlikleri giderilmiş, doğru ve yerinde iktisat politikalarıyla yönlendirilen) iyi işleyen bir kapitalizmi savunan burjuva-sol iktisatçıların hegemonyasını da kırmak gerekir.

Mustafa Sönmez’in görüşleri

“Profesyonel çalışma alanı” işçi sendikalarından, en önemli sermaye kuruluşu Odalar Birliği’ne… sol eğilimli gazetelerden şirketlere (THY) kadar uzanan… Böylece her iktisatçıya nasip olmayacak büyük bir “tecrübe” imkânı bulan Mustafa Sönmez, “Harç bitti inşaata paydos” (Sendika.Org’da iktibas tarihi 1 Kasım 2018) makalesinde inşaatın en erken krize giren sektör olduğunu belirtiyor. Sönmez’e göre AKP’nin ekonomik büyüme paradigmasının omurgasını da oluşturuyor inşaat.

Sönmez üşenmemiş, (nasıl bulduğunu muhakkak açıklamalı) hesaplamış: Türkiye milli gelirinde, inşaatın payı gayrimenkul hizmet katma değeri de dahil edildiğinde yüzde 15,7 imiş. Bu oranla yüzde 18’lik paya sahip sanayiye yaklaşmışmış.

Bu ifadeler gerçeği ne ölçüde ifade ediyor? Yani bilimsel bir değeri var mı?

Bir başka soru: Kapitalist ekonomide krize en erken giren sektör diye bir sınıflama yapılabilir mi?

Cevap bulmaya çalışalım:

Kapitalizm toplumun neredeyse bütün hücrelerine sızmış, para ile (para biçiminde) kendisini gösteren, meta üreten bir sistem olduğuna göre, sektörleri kriz giriş tarihlerine göre sıralamak doğru olmaz.

Çünkü kapitalizmin ayırt edici özelliği olan, genelleşmiş meta üretimi, şu veya bu sektörü değil pazarın tümüne sızar, ve kavrar, pazarı genişletir. Dolayısıyla kriz meta üretim, dolaşım ve kar realizasyon sürecinin (değer yaratma kapasitesinin gerilemesi veya çökmesi yahut meta üretiminin fiziken gereksiz hale gelmesi) kapsadığı için ve bu süreç bütün sektörlere içkin olduğundan, bu türden bir sınıflama aslında spekülasyon anlamına gelir.

Sadece krizin sonuçlarının (ücretlerin düşmesi, işsizlik artışı, fiziki üretime son verilmesi, aşırı stok birikimi, yatırımların durması vs) şiddeti bakımından sektörler arası bir değerlendirme yapılabilir.

İktisatçımızın bu türden (büyük bir keşif yapmışçasına) spekülasyon yapmasının, bizi ilgilendiren başlıca nedeni, yüzeysel olguları dikkate alıyor olmasından başka bir şey değildir. Yani iktisadi olayları görünüşteki, dışa yansıyan olgulardan hareket ederek ortaya koymuş olmasıdır. Bu davranış, sürekli belirttiğimiz gibi, burjuva ve burjuva-sol iktisatçılarımızın vazgeçemedikleri yöntemlerinden birisidir.

Hâlbuki iktisadi süreçler, sadece görünüşleriyle kendilerini ortaya koysalardı, “iktisat bilimine” gerek kalmazdı.

Fakat iktisatçımız Sönmez, sektörün dışa yansıyan yüzeysel olgularını diziyor, yanına resmi devlet verilerini ekliyor, kendince hesap yapıyor, inşaatın krize ilk giren sektör olduğunu kanıtlamaya uğraşıyor. İktisatçımızın uzun yılların piyasa tecrübesi olduğuna göre makalesinin muhakkak piyasada karşılığı (mübadele değeri) vardır.

Yöntem hatası

Gelelim, “inşaatın milli gelir içindeki payı” meselesine. Her şeyden önce, mevcut Türk usulü, milli gelir hesaplama sistemi (Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler standartlarına biçimsel uygundur) kapitalist ekonominin bir yıl içindeki gerçek gelirini saptamaktan uzaktır.

Kazançları ortaya koyar, hâlbuki birçok sektörün kazancı gerçek bir değer yaratmaya değil, diğer sektörlerden (ve kişilerden) gelir transferine dayanır. Sanayi, enerji, inşaat, ulaştırma, tarım dışında üretim değeri, yani gelir yaratılamaz. Dolayısıyla diğer sektörlerin geliri diye takdim edilen rakamlar, mükerrerdir. Yani gelir yaratan sektörlerden transfer edilen kazançlardan oluşur.

O halde Sönmez’in, inşaat sektörünün değerine “gayrimenkul hizmet katma değerini” eklemesi, yöntem bakımından hatalıdır. (Bilimsel hiçbir değeri yoktur.) Çünkü (Gayrimenkul hizmeti diye bir sektör tabii ki vardır) ama bu sektörün katma değeri diye bir gerçek olgu yoktur. Bu sektörün geliri inşaat ve diğer sektör ve (bireylerden) transfer edilen gelirlerden ibarettir.

Hâlbuki resmi devlet istatistiklerini bu tür bir veri sunuluyor diye kullanmak zorunda olmadığımız gibi, bunun spekülatif olduğunu belirtmemiz de gerekir. Fakat Sönmez, tutarlı bir burjuva-sol iktisatçısı olarak, inşaat sektörünü, görünüşteki biçimiyle ele almakla kalmamış, resmi devlet verisini de gerçek bir olgu gibi kabul etmiştir.

İnşaat sektörünün iki boyutu

Kapitalist bir ekonomide inşaat sektörü iki kısımdan oluşur, birincisi, artı-değer üretmek üzere yapılan sabit sermaye yatırımlarının vazgeçilmez bir parçası olan sanayideki fabrika inşaatı (yeni veya genişleme yahut amortisman) yatırımlarıdır. Hatta karayolu inşaatları bile (meta dolaşımını hızlandırdığı, metanın paraya çevrilme ve meta üretim devresini kısalttığı ölçüde) sabit sermaye yatırımları kapsamına girer.

İnşaatın diğer kısmı, bilhassa konut üretimi “dayanıklı tüketim malı” kapsamındadır. Sönmez, ara sıra tutarlı burjuva-sol iktisatçısı olmaktan vazgeçip, yüzeysel görünüşlerin arkasına baksaydı (tabi sağlam bir yönteme sahip olması da gerekirdi) sanayi inşaatları alanında hem de uzunca bir süredir durgunluğun devam etmekte olduğunu görürdü. Ve krizin gerçekte sanayi yatırımların yavaşlaması yoluyla yaklaşık iki yıldır kendisini hissettirdiğini anlayabilirdi.

Dolayısıyla iktisatçımızın inşaat sektörü diye bellediği kısmında yani “dayanıklı tüketim malı” kısmında gördüğü şey, krizin nedeni değil, krizin beklenen bir sonucudur. Tabii sonuçlarla ilgileniyor olmasını da yine burjuva-sol iktisatçısı olarak tutarlı bir davranış olarak görmek gerekir.

Ücretler maliyet unsuru mu?

Bir iktisatçı düşününüz ki, makalesinde büyük bir sektörü ele alıyor ve içinde sınıf, işçi, ücret, artı-değer, sömürü vb kavramlarından hiçbiri geçmiyor. Ama kendisini solda hatta Marksist diye niteliyor. Daha vahimi etraf da bu nitelemeyi onaylıyor.

Sönmez, “çalışanlar” diye tanımlıyor işçileri. İşçi ücretlerine de “işçilik maliyetleri” ve “reel gelirleri” adını veriyor.

Hâlbuki Marks’ın “Felsefenin Sefaleti” (hatta “1844 El Yazmaları”ndan bu yana) işgücü, bir meta olmakla beraber, artı-değeri yaratan canlı sermaye unsuru olarak, diğer metalar gibi bir girdi, bir maliyet unsuru olarak tanımlanmaz. Eğer öyle olsaydı kapitalist sistemin gelirleri (patronların karları) basit bir bakkal yöntemi gibi kazançlar -eksi- masraflar biçiminde hesaplanırdı.

Geçelim…

Sorunsuz, dengeli, iyi işleyen kapitalizm!

Sönmez’e göre, AKP’ye “altın tepsi” içinde sorunsuz bir ekonomi teslim edilmiş. Şöyle yazıyor: “…2001’de IMF işbirliğinde izlenen kemer sıkma politikalarıyla sorunlarından arınmış bir ekonomi, 2002 erken seçimlerinden tek başına iktidar olarak çıkan AKP’ye altın tepsi içinde kalmıştı.”

Yahu, bu “sorunlarından arınmış bir ekonomi” de ne demek oluyor?

Uzun yıllardır ekonomi alanını incelerim; şahsen ekonomi literatüründe böyle saçma bir ifadeye şimdiye kadar rastlamış değilim.

Sermaye birikimini hızlandıran başlıca unsur rekabet olduğuna, metaların dolaşımı dolambaçlı bir yol izliyor, on binlerce sermaye sahibi, birbirleriyle çelişik (üretimdeki anarşi) kararlar veriyor… ve sonuçta ekonomi sarsıntılı, uyumsuz, dengesiz (bileşik ve eşitsiz) bir şekilde gelişiyorsa “sorunsuz bir ekonomi” kapitalist bir sistemde nasıl mümkün olabilir ki?

Sönmez “sorunsuz ekonomi” ifadesiyle burjuva ekonomisi dahil literatüre ciddi bir katkı yaptığını mı sanıyor?!

Bizim yerli burjuva-sol iktisatçılar arasında keyfi kavram ve ifade üretmekte ilk sıraları kimseye vermeyen Sönmez’in muhakkak mantıklı bir açıklaması vardır!

Bizim açıklamamız ise şöyledir: Sönmez, bu ifadeyle, kapitalizmi değil, onun dengesiz, eşitsiz, sarsıntılı gelişiminin sonuçlarını eleştirmekte, iyi politikalarla düzeltilebileceğini varsaymaktadır. Sönmez’e göre ekonomi, 2001’de dengeli, uyumlu, sarsıntısız gelişen bir yapıdaydı. Ki bu nedenle sorunsuzdu.  Ama şu AKP yok mu? Yanlış politikalarla bu sorunsuzluğu heba etti!

Bu arada Sönmez, ekonomi yönetiminde yer alsaydı hangi politikalarla, bu “sorunsuz ekonominin” heba edilemeyeceğini iyice açıklamalıdır!

Şayet sorunsuz ekonomi ifadesiyle, ücretlerin en alt seviyeye indirilmesini, emek-yoğunluğunun artırılmasını, sendikasızlaşmanın sağlanmasını, sömürünün yeniden artırılmasını ve böylece kar hadlerinin yeniden yükselmesini kastediyorsa (ki aslında bir kapitalist patron için ekonomi tam da bunları vaz’eder) bunu açıkça belirtmelidir.

İnşaatla büyüme safsatası

Sönmez devam ediyor: “AKP bu altın mirası kullan[dı] … büyüme iç pazar odaklı, inşaat eksenli bir özellik gösterdi. …. İnşaat odaklı büyüme AKP’ye kendi burjuvazisini yaratma imkânı da sunduğu için özellikle tercih edildi. … Ne var ki dış kaynakla dönen bu çark, paranın pahalandığı 2014 sonrası önce yavaşladı, sonra… krize yöneldi.”

Kapitalist sistemde bir ekonominin gelişmesi, şu veya bu sermayedarın ya da iktidardaki hükümetin tercihlerine göre değil, uluslararası işbölümüne, dünya ekonomisinin genel konjonktürüne ve sermaye birikiminin düzeyine göre belirlenir. Dolayısıyla şu veya bu sektörler ancak ve ancak unsurlara göre öne çıkabilir. Tekil sermayedarlar ve hükümetler bazı sektörlere öncelik verebilirler, ama bu sektörler ekonominin bütününü peşinden sürüklemesinin garantisi yoktur.

Sermaye birikiminin yasalarına rağmen diyelim ki bu türden öncelikler belirlendi. Ve hükümet, belirli bir sektörü özel biçimde aşırı biçimde teşvik etti vs vs. Fakat bu tercih sermaye birikiminin yasalarına uygunsa, o sektörde sermaye birikimi yoğunlaşabilir.

Çünkü eğer bu tercih edilen sektörde, sermayenin organik bileşimi düşükse (ki inşaat sektöründe sanayinin çoğu sektörüne göre düşüktür ) sektör karları, organik bileşimi yüksek olan alana kayacaktır. Patronlar, hükümetin aşırı teşviklerine rağmen tercihlerini gözden geçirecek, sermayelerini kar hadleri yüksek sektörlere yöneltecekler, öncelikler kâğıt üzerinde kalacaktır.

Kısacası hiçbir hükümetin bir sektörü özel tercihi, sermaye birikiminin yasalarından güçlü olamaz.

Dolayısıyla iktisadi büyümenin inşaat odaklı olması, dış görünüşün aşırı biçimde abartılarak, Sönmez ve diğer burjuva iktisatçıları tarafından kanaat haline getirilmesinden ibarettir.

İnşaat sektörünün tercih edilmeye ihtiyacı yok!

İnşaat sektörü Türkiye ekonomisinde (ve gelişen bütün ekonomilerde) her zaman Cumhuriyet’in ilk döneminde de, modern sanayinin hızla geliştiği 1960’larda da ve şimdi de önemli bir yer tutmuştur. Tutmak zorundadır.

Fakat görünüşü, iktisadi sürecin kendisiymiş gibi kabul eden burjuva-sol iktisatçıların tersine bu durum hükümetlerin veya bireysel kapitalistlerin tercihi nedeni ile değil, kapitalist sermaye birikiminin ihtiyaçlarından dolayı böyledir. Yani inşaat sektörünün en önemli kısmını sanayi yatırımlarının ve iç pazarın (metaların dolaşımını hızlandırmak için) ulaşım yatırımları oluşturmuştur, ve önümüzdeki dönemde de oluşturacaktır. Sermaye birikimi fabrika binaları yapılmadan veya yenilenmeden ve yeni karayolları yapılmadan asla genişleyemez. Bu kapitalist ekonomilerin tümünde böyledir.

Böyledir fakat burjuva-sol iktisatçılar sadece olguların yüzeysel görünüşünden hareket etmekle kalmazlar, “inşaat odaklı büyüme” saptamasında olduğu gibi bu yüzeysel görünüşü fetişleştirirler de.

Sanayide düşen karlar ve inşaat sektörü

Gelelim inşaatın “özgül” durumuna. İnşaat sektöründe faaliyet gösteren bireysel kapitalistlerin tercihini belirleyen hükümetlerin, aşırı teşvikleri ve yönlendirmesi değil kar haddidir. Eğer sektörde kâr haddi nispeten yüksekse veya sanayi sektörlerinde durgunluk varsa kapitalistlerin pek çoğu yatırımlarını bu alana yapabilirler.

1990’lardan sonra sadece Türkiye’de değil, bütün kapitalist dünyada büyük sanayi kuruluşlarının inşaat sektörüne, madenciliğe hatta restoran işletmeciliğine yöneldiği sahici bir olgu. Gerçekten de Türkiye’de de en büyük sanayi kuruluşları da dahil, büyük holdinglerden inşaat, restoran, bazı özel hizmet sektörlerine yatırım yapmayan yok gibidir.

Ama bu yönelişin temeli hükümetin teşviki, zorlaması değil, sanayi sektörlerinde kar hadlerinin düşmüş olması, patronların sermayelerini yeni ve karlılığı nispeten yüksek alanlara yönlendirmek zorunda kalmalarıdır. İşte onlar sermayelerini bu alana kaydırdıkları için hükümetler özel teşvikler sağlamış, arazi yağmasını kolaylaştırmıştır. Yani teşvik ve destekleri sermaye birikimin ihtiyaçları belirlemiştir.

Nihayet şunu söyleyebiliriz ki, Sönmez gibi resmi devlet milli gelir rakamlarından hareket etsek bile iktisadi büyümenin motorunun inşaat değil, sanayi olduğu olgusal olarak da kanıtlanıyor. Şu kadarını belirtelim resmi devlet verilerinde bile sanayi sektörünün payı yüzde 20 iken inşaat sektörünün payı yüzde 7’dir.

Resmi devlet verilerini (mükerrer gelirleri çıkarıp) rafine ederek, gerçek üretim değerine yaklaşan bir hesap yaptığımızda ise sanayi sektörünün payının yüzde 51, inşaat sektörünün payının yüzde 19 olduğu ortaya çıkıyor. Sanayi inşaatı ve ulaştırma inşaatını dışarıda tuttuğumuzda ise inşaatın payı yüzde 10’a geriliyor.

Olgular kapitalizmin gerçek sahiplerine (sanayi sermayesi, banka sermayesi, uluslararası sermaye) rağmen sermaye birikiminin mümkün olamayacağını ortaya koyuyor.

Okurlar inşaat sektörünün rolünün abartılmasına neden bu kadar uzun yer verdiğimi sorgulayabilirler. Bunun nedeni sınıf mücadelesinin ihtiyaçlarıdır.

Sınıf mücadelesi için bunun önemi şudur ki kapitalist sermaye birikim eğiliminin (ve olguların) ortaya koyduğu gibi işçi hareketinin merkezi inşaat, hizmet vb sektörleri değil, hala sanayi sektörüdür.

Gelecek yazıda burjuva-sol iktisatçıları ele almaya devam edeceğiz.

 

Kaynak :Sendika.org

  • Hakkımızda
  • Künye

 

Başka Bir Denizli… Başka Bir Ülke… Başka Bir Dünya… MÜMKÜN…