Dokuz Eylül Üniversitesi’nde (DEÜ) 12 akademisyenin ihraç edilmesi, Alsancak’taki Rektörlük binası önünde yapılan açıklamayla protesto edildi. Barış bildirisi imzacısı 12 akademisyenin 701 sayılı KHK ile ihraç edilmesi KESK, İzmir Tabip Odası ve TMMOB İzmir İl Koordinasyon Kurulu tarafından protesto edildi. DEÜ’deki görevlerinden ihraç edilen akademisyenler için Rektörlük binası önünde düzenlenen basın açıklamasına HDP Milletvekilleri Serpil Kemalbay ve Ahmet Şık, çok sayıda STK temsilcisi, akademisyenler ve öğrenciler katıldı.
“Akademi biat etmez” ve “Umut ihraç edilemez, bin gider, bin gelir” pankartlarının açıldığı eylemde sık sık “Barış isteyen KESK’e dokunma”, “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiç birimiz”, “Barışa imzamız onurumuzdur” sloganları atıldı.
Açıklamada ilk sözü Dokuz Eylül Üniversitesi’nden ihraç edilen öğretim üyesi Erkin Başer aldı. Açığa alındıkları 375 gün önce de Dokuz Eylül Üniversitesi ve iktidarı uyarmak için bir araya geldiklerini belirten Başer, “Yine görevimizi yapıyoruz. Biz açığa alındıktan sonra imzanızı çekin, hepinizin soruşturmalarınızı kapatalım diye tekliflerle geldiler. Biz o zaman da aynı yanıtı verdik, şimdi de aynı yanıtı vereceğiz. Çünkü biz Behice Boran’ların, Muzaffer Şerif’lerin, Bedrettin Cömert’lerin, Ata Soyer’lerin okulunda yetiştik. Bizler Onur Hamzaoğlu’nun arkadaşlarıyız’’ diye konuştu.
YAN ODALARIMIZDAKİ MESLEKTAŞLARIMIZA KADAR İHBARCILIK YAYILDI
Ortak basın metnini okuyan KESK İzmir şubeler platformu dönem sözcüsü Şenay Akyol ise, AKP iktidarının, KHK’leri kendisine muhalif olanları susturmanın aracına dönüştürdüğünü belirterek, 24 Haziran seçimlerinden sonra parlamentoda salt çoğunluğu elde edememesine rağmen, partili cumhurbaşkanı KHK’ler ile tüm yetkileri kendisine bağlayarak gücü elinde tutmaktadır’’ dedi.
Bakanlar kurulu ve parlamentonun fiilen ortadan kalktığı tek yetkinin cumhurbaşkanında olduğu yeni bir sistem ile karşı karşıya olunduğunun altını çizen Akyol, “7 Temmuz’da son KHK diye tanımlanan fakat son olmayan 701 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile çoğu akademisyen, sağlık emekçileri, öğretmen, polis olmak üzere toplam 18 bin 632 kamu personeli daha memuriyetten çıkarıldı. 21 Temmuz 2016 tarihinden beri 7 kez uzatılan OHAL–KHK’ler sonucunda toplam 3162 KESK üyesi arkadaşımız ihraç edilmiştir. 701 nolu ihraç KHK’si ile İzmir özelinde Dokuz Eylül üniversitesinden daha önce açığa alınmış olan barış imzacısı 9 akademisyen arkadaşımız ve 4 SES üyesi sağlık emekçisi arkadaşlarımız da ihraç edildiler.”
‘BU ÜLKEDE UMUT ASLA BİTMEZ’
“Herkesi umudu ve direnişi sahiplenerek çoğaltmaya, tek adam rejimine karşı, demokrasi için mücadeleye” çağıran Akyol sözlerini şöyle sonlandırdı: “Gezi direnişiyle eşitliğin, özgürlüğün ütopya olmadığını gösteren milyonlar; adalet için yolları aşındıranlar; vicdan ve adalet için nöbet tutanlar; mahkemelerde onurlu duruşlarıyla yargılayanları yargılayanlar; derelerine, ormanlarına sahip çıkanlar; barış talebini yükseltenler; emekten yana bir ülke için mücadeleden asla vazgeçmeyenler; kadına yönelik şiddete, ayrımcılığa karşı direnen, emeğine, bedenine, kimliğine sahip çıkan ve sokakları asla terk etmeyen, itaat etmeyen kadınlar varken bu ülkede umut asla bitmez.’’
Basın açıklaması Grup Praksis’in şarkılarını söylediği mini bir konsere de yer verildi.
‘BİNADAN ÖTE ANLAMI OLMAYAN ÜNİVERSİTELERDE VAR OLMADIK’
Prof. Dr Ayşen Uysal “2,5 yıldır söz söylemeye ve sözümüzün arkasında durmaya devam ettik. Bundan sonra da bir KHK ile susacak ya da geri adım atacak değiliz. Birer binadan öte anlamı olmayan üniversitelerle var olmadık, onlar olmayınca da yok olacak değiliz. O duvarların arasında kendini teslim edip ezilmiş olanlar düşünsün, hala düşünme yetilerine sahiplerse… Türkiye kötülükle yoğrulmuş bir toplum artık, uzunca bir süredir. Bu kötülük sadece icra edenlerle sınırlı değil, aynı zamanda ona aktif ve pasif olarak katılanları da kapsıyor. En önemli meselemiz bence bu. Esas olarak muhalifler tasfiye ediliyor görünse de, aslında çekememe, kıskançlık, bazen koltuk koruma gibi nedenlerle listelerin oluşturulduğunu görüyoruz. Mesela bölüm başkanı kalabilmek için sürekli asılsız şikayetlerde bulunanlar oldu. Tam bir cadı kazanı hali. Biraz Hobbes’un doğa durumu gibi bir haldeyiz sanırım. Muhbir vatandaşla harmanlanmış bir kötülük ve savaş hali…”
‘TÜRKİYE’YE BİR ŞEY OLMAZSA BİZE DE BİR ŞEY OLMAZ’
Açığa alınma sürecinde kendilerini zaten atılmış olarak kabul ettiklerini ifade eden Prof. Dr. İzge Günal, ihraç kararlarıyla ilgili olarak “Biz zaten 1 yıl önce atılmıştık. Bu açığa alınma ile atılma arasında gerçekten çok ciddi bir fark yoktu. Öyle bir dönem yaşıyoruz ki artık idari süreçlerin hiçbir önemi yok. Burada politik bir süreç var. Biraz zaman alacak belki ama muhakkak geri döneceğiz. Ancak geri dönüşümüz asla basit bir mahkeme kararıyla olmayacak. Bu Türkiye’deki demokrasi mücadelesinden bağımsız bir mücadele değil. Ne zaman Türkiye’deki diktatörlük kaybederse biz geri döneriz. Kaybetmezse de dışarıda kalırız. Bizim kaderimizle başka birinin kaderi birbirinden ayrı değil. Zaten bireysel dönüşler olursa küçük şeylerdir onlar. Yani Türkiye politikasında ne olursa bizim hayatlarımızda da onlar olacak. Türkiye’ye bir şey olmazsa bize de bir şey olmaz” diye konuştu.
‘NE İÇİN İMZA ATTIĞIMIZI UNUTMADIK’
Araştırma Görevlisi Aydın Arı ise ihraç kararını şu sözlerle değerlendirdi: “Ne için imza attığımızı unutmadık. Talebimizin arkasındayız. Barış hemen şimdi! sözümüze ek olarak demokrasi ve adalet de acil ihtiyaç olarak önümüzde duruyor. Bizim içinde bulunduğumuz üniversite matah bir yer değildi. Uğraştık ama başaramadık özerk, özgür bir üniversite yaratmayı. Derdimiz budur. Bütün bu ihraçlardan sonra geriye kalana üniversite denebileceğine birisinin beni ikna edebilmesi de sanırım neredeyse imkansız. Mücadeleye devam etmekten başka sorumluluk görmüyoruz kendimizde.”
İhraç edilenlerden Prof.Dr.Cem Terzi bir yıl önce açığa alınma sürecinde şunları paylaşmıştı:
”Hakikat ve Barış yüzünden buradayız bugün. Hakikati söylemek ve barış talep etmek yüzünden bugün çalıştığımız üniversiteden uzaklaştırıldık.
Bugünlerde bu ülkede yaşananlar, kendinden olmayana kendinden farklı düşünene, konuşana, yazana çizene, ne kadar zalimce davrandığımızı bir kez daha gözler önüne seriyor.
Neden bu kadar zalim olduğumuzu konuşmamız gerek. Neden yaşantılarımız, değerlerimiz, duygularımız, kutsal saydıklarımız, edimlerimiz giderek birbirinden uzaklaştı? Nasıl ve neden zalimleştik?
Hakikate değer vermemekle ve hakikatin peşinden koşmamakla zalimleşmek arasında çok derin bir ilişki var. Hakikatin hükmüne zalimlerin dünyasında yer yoktur. Bilim insanlarının da, vatandaşların da aslında hakikat ile ilişkisi aynıdır: Ya sorumluluk duyar gereğini yapar ya da inkar edersiniz… İnkar ettikçe kötülükten yana olursunuz. Nihayet kötü ve zalim olursunuz.
Hakikatten, canımız öyle istiyor diye kurtulamayız. Yok saymakla, unutmakla kaybolacak bir hayalet değildir hakikat.
Ve çok iyi biliyoruz insanlar arasında öyle temel bir dayanışma bağı vardır ki, her birimizi dünyadaki bütün haksızlık ve adaletsizliklerden, ama özellikle bizim tanıklığımızda veya bilgimiz dahilinde işlenen adaletsizliklerden sorumlu kılar. Şayet bunları önlemek için elimizden geleni yapmazsak, biz de zalim oluruz.
Adaletsizlik varken, zulüm varken eylemsiz, bir şekilde seyirci kalanlar, olana bitene ortak olur.
Barış bu topraklara kolay kolay gelmiyor. Neden? Hakikatler ile barışamadığımız için. Hakikat ile yüzleşemediğimiz için birbirimizle de yüzleşemiyoruz.
Öğretilen ezberleri, yalanları birbirimize anlatmayı konuşmak sanıyoruz. Kendi ezberlerimiz tekrarlıyoruz. Ötekinin ne düşündüğü umurumuzda değil. Ötekini dinlemeye, anlamaya dair hakiki bir arzumuz, irademiz yok.
Düşünmüyoruz. Sorumluluk almaktan o kadar çok korkuyoruz ki düşünmüyoruz. İnsanların aşağılanmalarına, acı çekmelerine, inkar edilmelerine, sessiz kalabiliyoruz. Hep sorumluluktan kaçmanın bir yolunu buluyoruz, bir şekilde kendimizi masum hatta mağdur ilan edebiliyoruz ve her hakikat talebini öteki kabul ediyoruz, hatta suçluyoruz.
Bu, bizi yüzyıllardır bir kolektif yalan üretiminin parçası haline getiriyor. Bugün yaşadığımız her kötülüğün kökü toplumsal tarihimizdeki hakikatlerle yüzleşmeye cesaret edemediğimizden ve böyle bir geleneğimizin olmamasından kaynaklanıyor.
Hakikate değer vermemek, onunla yüzleşmemek zalimleştirir. Zalimlerin ise bir arada yaşama iradesi olamaz. Zalimler bir toplum oluşturamaz.
Unutmayın lütfen, eğer bir toplum olmak istiyorsak sadece hakikat kurtarır bizi! Barış hakikat ile gelir.
İnsan olarak bizi değerli kılan tek şey eşitlik için özgürlük için adalet için ve barış için ödemeye gönüllü olduğumuz bedellerdir.
Barış talebi her tür bedeli ödemeye değer, biz bedel ödeyelim yeter ki analar ağlamasın.