İngiliz gazetesi The Guardian’ın tanınmış yazarlarından Simon Jenkins, Türkiye’deki seçim sonuçlarını değerlendirdiği makalesinde, popülizm ile demokrasi arasındaki ilişkiyi ele aldı. “Demokrasi Aristotle’dan bu yana, anayasal dengeler, eleştiri, muhalefet, çeşitlilik ve yetki devri ile ‘güruhların yönetimi’ni kontrol etmekle ilgilidir” diyen Jenkins, şu yorumu yaptı: “Türkiye’deki seçimlerin gerçek mesajı şu ki, olgun bir demokrasinin başına her şey gelebilir. Demokrasi her yerde sürekli yenilenmeye ihtiyaç duyar. Parlamentoların ve partilerin güncellenmeye ihtiyacı var. Yerel hükümetlerin özgürleşmeye ihtiyacı var. Medyada çoğulculuğun savunulmaya ihtiyacı var. Sosyal medya histerisinin sınırlandırılmaya ihtiyacı var. Bir kişi, bir oy, bir sefer, demokrasi değil otokrasidir. Mesele Türkiye değil, demokrasi.”
‘AVRUPA’DA YENİ ‘DEMİR PERDE’: POPÜLİST OTOKRASİ’
Guardian yazarının “Erdoğan’ın zaferi nedeniyle seçmenleri değil liberal demokrasinin eksiklerini suçlayın” başlıklı makalesinin tercümesi özetle şöyle:
“Liberallerin kaç uyarıya ihtiyacı var? Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın zaferi, Avrupa’nın güney sınırındaki 80 milyonu yöneten bir kişiye iktidarı fiilen sonsuza dek veriyor. Muhalifleri hapse atıldı, medyası sansürlendi, vaat ettiği reformlar ona sınırsız kontrol veriyor. İnkâr edilemeyecek derecede popüler.
Erdoğan’ı basitçe beğenmemenin ve dolaylı olarak da seçmenini aşağılamanın bir anlamı yok. Avrupa şu an doğu sınırında popülist (ve görünürde popüler) iki otokratla, Erdoğan ve Rusya’da Vladimir Putin’le karşı karşıya. Macaristan, Polonya, Slovakya, Çek Cumhuriyeti, Avusturya ve Sırbıstan’da benzer ‘güçlü’ liderler var.
Bu rejimler artık sapkın değil. Kişisel iktidar, yabancı düşmanlığı, parlamento ve medya muhalefetinin bastırılmasıyla tanımlanan popülizm, doğu Avrupa’da çok sayıda devlette norm haline geliyor. Churchill’in ‘çekilmekte olan bir demir perde’ uyarısı kıtaya musallat olmak için geri dönüyor; sadece bu kez o perde Sovyet komünizmi değil, popülist otokrasi.
‘BATILI GENÇLERİN DEMOKRASİYE İNANCI ÇÖKÜYOR’
Bu eğilimi alevlendireceği kesin yollardan biri ise Batı Avrupa’dan gelecek aşağılamalar olacaktır. Donald Trump’ın Amerikası’nda da görüldüğü gibi, insanlar çıkarları ve ulusal kimlikleri açısından doğru gördüklerine oy verirken kendilerine aptal, ırkçı veya kandırılmış Naziler olduklarının söylenmesinden hoşlanmıyor. Bunu özellikle de, genç nüfuslarını çalıp kendilerini, bu gençlerin yerine Asyalı ve Afrikalı mültecileri kabul etmek durumunda bıraktığını düşündükleri zengin ülkelerden duymaktan hoşlanmıyorlar.
İki yıl önce, dünya değerleri anketi açık bir alarm çalmıştı. Daha yaşlı katılımcılar (60 yaşın üzerindekiler), demokrasinin yaşamları için ‘asli’ bir unsur olduğunda eminken, bu durum 30 yaşın altındakilerin yarısından azı için geçerliydi. ABD’de 2000 yılından sonra doğanların neredeyse dörtte biri şu an, demokrasinin ülkeyi yönetmek için ‘kötü bir yöntem’ olduğuna inanıyor. Genç Avrupalıların altıda biri -yüzde 17’si- aynı şekilde düşünüyor; söz konusu oran 1995’ten bu yana iki kat artmış. Almanya, İspanya, Japonya ve Amerika’da insanların tam olarak yüzde 40’ı, ‘parlamentolar veya seçimlerle uğraşması gerekmeyen güçlü bir lideri’ tercih ediyor. Batı’nın gençleri arasında demokrasiye inanç düşüşte.
‘HATA SEÇMENDE DEĞİL, KURUMLARDA’
Şu an moda olan ‘demokrasinin ölümü’ hareketi dikkatleri, seçmenlerin liberal/enternasyonalist programa oy verme başarısızlığına çekiyor – buna göre, Trump ve Brexit’in yanı sıra İtalya, Fransa ve Almanya’daki göçmen karşıtı partiler bu nedenle ortaya çıkıyor. Fakat hata, ki eğer bu bir hataysa, seçmenlerde değil; onların taleplerine yanıt vermekte başarısız olan kurumlarda. Eğer kamusal tartışmanın geleneksel araçları -yani siyasi partiler, medya, akademisyenler- onları duymuyorsa, onlar da kendilerini duyan liderlere yöneliyor.
Yanıt, Batı’nın popülizmi aşağılaması değil. Bu yaklaşım, bu seçimleri değiştirmeyecektir fakat Batı’nın ‘yumuşak gücü’ baskı altındaki parlamentolara ve gazetelere yardım etmeyi deneyebilir. Bir emsal oluşturmak, demokrasinin iktidarı tasdik ettirmek değil frenlemek olduğunu tekrar ortaya koymak, daha gerçekçi olacaktır. Demokrasi Aristotle’dan bu yana, anayasal dengeler, eleştiri, muhalefet, çeşitlilik ve yetki devri ile ‘güruhların yönetimi’ni kontrol etmekle ilgilidir.
Türkiye’deki seçimlerin gerçek mesajı şu ki, olgun bir demokrasinin başına her şey gelebilir. Demokrasi her yerde sürekli yenilenmeye ihtiyaç duyar. Parlamentoların ve partilerin güncellenmeye ihtiyacı var. Yerel hükümetlerin özgürleşmeye ihtiyacı var. Medyada çoğulculuğun savunulmaya ihtiyacı var. Sosyal medya histerisinin sınırlandırılmaya ihtiyacı var. Bir kişi, bir oy, bir sefer, demokrasi değil otokrasidir. Mesele Türkiye değil, demokrasi.” (Dış Haberler)
Kaynak: Gazete Duvar
Başka Bir Denizli… Başka Bir Ülke… Başka Bir Dünya… MÜMKÜN…