Berbat, sömürgen kapitalistler başları sıkıştığında, kâr oranları azaldığında, alıştıkları ölçüde sömüremeyeceklerini gördüklerinde ‘gemi’ metaforuna başvurur. Hepimiz aynı gemideyizdir ve değil mi ki büyük patronlar zordadır, poposunda düzgün donu olmayan yurttaş yığınları el birliğiyle o sömürgenleri kurtarmak için fedakârlık yapmalı ve ellerinde kalan son giysi olan hırpani donu da feda etmelidir.
İşin vahim yanı, söz konusu ‘kullanışlı’ klişenin, adını hak eden pek çok klişe gibi, aklı başında insanları ve sömürülenleri de tavlayan, ikna eden bir yanı olması. Çünkü özellikle az gelişmiş demokrasilerde eşit yurttaşlık bilinci olmadığından, emekçiler patronların kendilerini ‘beslediklerini’, ekmek verdiklerini düşünür. Onların ölçüsüz zenginliğinin kendi emekleri sayesinde olduğunu idrak edemez. Tüm yapı, o yoksulun bu gerçeği kavramaması üzerine temellendirilmiştir.
‘Gemideyiz’ söylemine göre, gemi ülkedir ve herkes o ülke topraklarında yaşayan gemi yolcularıdır. Gemi batarsa herkes batar. Milyarlarca dolar servet elde etmiş birileri ile asgari ücretle çalışan, gemi batmadan önce ‘aynı mekândadır’ düzenbazlara göre. Buna mukabil aynı yerde olduğu iddia edilenler, her nasılsa, yolculuk esnasında bir kez olsun karşılaşmazlar!
Oysa sınıf mücadelelerinin tarihinde ve günümüzde ne tek bir deniz, ne tek bir gemi, ne tek bir yolcu tipi, ne tek bir mürettebat vardır…
Türkiye’de aklı başında ‘herkes’ yıllardır kendi alanlarındaki ‘vahamet’ hakkında yazıp çiziyor. Elinden geldiğince uyarmaya, farklı yollar sergilemeye çalışıyor. O ‘herkes’ düşman değil. O ‘herkes’ vatan haini değil. O ‘herkes’ toprağının kötülüğü isteyenler değil. O ‘herkes’ sorunların çözümüne farklı öneriler getiren, iktidardakilerden farklı dünya görüşüne ve ideolojiye mensup ‘yurttaş’ kümelerinden oluşuyor, hepsi bu… Ancak her düzeydeki kamplaşmadan medet umanlara ve kendi sesinden başka ses, kendi aklından başka akılla işi olmayanlara hiç bir şey ifade etmedi ve etmiyor tabii bu apaçık gerçekler.
Gelinen nokta hakkında gevezelik edecek değilim. Herkes her şeyi görüyor, farkında. Ve elbette her zaman olduğu gibi, hiç sürpriz yok. Yinelemekte yarar var: Tarihte, hızla koşarak başını inatla duvara vurmak isteyen başka toplumlar da oldu. Ne ilk ne son… Güncel uluslararası ve ulusal krizin ekonomik boyutuna dair, güven duyduğum yazarlar/iktisatçılar var, onları okuyup notlar çıkarıyor ve öğrenmeye/anlamaya çalışıyorum. Korkut Boratav hocayı, Ergin Yıldızoğlu’nu, Ümit Akçay’ı, Bahadır Özgür’ü, Erinç Yeldan’ı, Selin Sayek Böke’yi vs… Hatta en zor okuduğum (hiç bilmediğim terminoloji) Mahfi Eğilmez’i bile inatla anlamaya çalışıyorum! Tavsiye ederim, ola ki kaçıranlar varsa, adı geçen isimleri siz de okuyun lütfen…
Derdim, gemi metaforuyla…
Türkiye büyük sermayesi, devlet destek ve teşvikleri, ihaleleri olmadan, akşam evinin yolunu bulamaz. Evin yolunu bulabildiği sürece, kalan milyonların nasıl yaşadığı, ne ölçüde ezildiği, hak sahibi olup olmadıklarıyla ilgilenmez. Burjuvazi, tarihsel olarak, yükseliş döneminde demokrasiyi, zorda kaldığında faşizmi icat etmiş bir sınıftır ve onun için önemli olan ‘kâr’ elde etmektir. Kârın hangi koşullarda ve hükümet biçiminde elde edildiğinin bir önemi yoktur. Gerekirse her türlü otoriterliği ve hatta darbeyi destekler. Türkiye burjuvazisi de özellikle 12 Eylül darbesini hararetle desteklemiştir. Kenan Evren’in tablolarını satın almak için kuyruğa girmiştir.
Bir büyük burjuva eşiyle dostuyla bambaşka şeyler konuşuyor olsa da, kamuoyu önünde ‘maskesini’ takar ve süflileşmekte hiç bir mahzur görmez. Önemli olan birinin işkence görüyor olması değil, vergi borcunun silinmesidir. Önemli olan cezaevinde iddianamesiz tutulanlar değil, göz koyulan ihalenin alınmasıdır. Önemli olan on binlerce insanın sorgusuz sualsiz işini kaybetmesi değil, ucuz işgücü bulabilmektir.
Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın damadı olan bakan, krize ve önlemlere dair bir bilgilendirme toplantısı yaptı cuma günü. ‘Anlatılmaz yaşanır’ türü bir toplantı. Herkes haberdardır. Burnundan kıl aldırmayacak patronlar (ve bir patroniçe), siyolar vs. abdesthane ibriği gibi dizilip damadın ağzının içine baktılar. Ardından, patroniçe Sabancı’nın, bakan hakkındaki övücü ifadeleri işitildi. Sabancı’nın her sözcüğünde ve düşüncelerini dile getiriş biçiminde, kâr oranında azalma olmayacağını bilmenin, hissetmenin mutluluğu, özgüveni vardı.
O fotoğraf ve o açıklama, 1920’lerden bugüne devlet desteğiyle yaratılmış ve dolasıyla tarihsel gerekçelerle ‘asalak’ olmuş Türkiye burjuvazisi açısından, olağanüstü ‘betimleyici’ bir manzaraydı.
İşte, ‘biri idam edilse diğeri onu asacak ipi satmak isteyecek’ bu sermayedar ve şürekası, şu aralar benimle, bizlerle kendilerinin aynı gemide olduğunu söylüyor, koronun diğer fertleriyle birlikte.
Diyorlar ki;
Sabancı ile alacağı ücret ‘üç yüz dolara’ düşmüş işçi, aynı gemide… Hani şu, milleti bilmem ne yapmak isteyen, vergi borçları silinen (yani söylediğini yapan!), adı bir ‘ilahiyat fakültesine’ verilen, bütün büyük ihalelerin gülü, iş herifi ile şantiyede ölen işçi, aynı gemide…
Eşitliği savunan ile karşı olan alçak aynı gemide…
Tecavüze uğrayan çocuk ve kadın ile tecavüzcüleri aynı gemide…
Bir ömür emperyalizm ve kapitalimle mücadele vermiş ile ırkçı Trump seçildiğinde çok sevinenler aynı gemide…
Sebepsiz yere tutuklama kararı veren hakim ile sebepsiz yere tutuklanan insan, aynı gemide…
Berbat iddianameler yazan savcı ile hakkında berbat iddianame yazılan zanlı aynı gemide…
İşini iyi yapan yetişmiş bürokrat ile torpilli niteliksiz sahtekâr memur aynı gemide…
Dürüst haber yapmak için bin bir fedakârlıkta bulunan gazeteci ile yalancı dalkavuklar aynı gemide…
Nitelikli ve çalışkan akademisyenle bilim hırsızı yardakçılar aynı gemide…
Samimi dindar ile düzenbaz dinci aynı gemide…
Nehirde boğularak ölen çocuklar ile “Gebersinler” diyenler aynı gemide…
Birlikte yaşamanın yollarını arayanlar, “Barış” diyenler ile rezil ırkçı ve mezhepçiler aynı gemide…
Sorgusuz sualsiz işinden atılıp sivil ölüme mahkum edilmişler ile onlara ‘ağaç kemirmeyi’ önermeye cüret edebilenler aynı gemide…
Bombayla parçalanmışlar ile parçalananın cenazesini yuhalayanlar aynı gemide…
Çorlu’da ihmal kaynaklı tren kazasında ölenler, maden ocağında göçük altında kalanlar, inşaatlarda yaşamlarını yitirenler ile o ölümlere neden olanlar aynı gemide…
Memleket için samimiyetle endişeleneler, laf anlatmaya çalışanlar, emek harcayanlar ile bir yandan muktedir söyleme destek verip diğer yandan altın ve döviz istifleyenler aynı gemide…
Topluma karşı sorumluluk hissedenler ile hiç bir adaletsizlikle, hiç bir sahtekârlıkla, herhangi bir insanın sıkıntısıyla zerrece ilgilenmeyen, umursamayan, başka bir gezegendeymişçesine yaşayan reziller aynı gemide…
Sömüren ve sömürülen aynı gemide…
Nasıl bir gemi ki bu herkes orada!
İnsanca yaşamın ön koşulu olan ‘eşitlik’ ilkesini savunmadan, olabilecek en alçak ayrım olan zengin–yoksul farklılığını dert edinmeden, sınıf mücadelesinde ‘ezilenin’ yanında saf tutmadan sarf edilecek her ‘aynı gemideyiz’ ifadesi, ezenin konumunu daha da güçlendirmekten öte işlev görmez.
Evet aynı ülkedeyiz. Aynı topraktayız. Aynı gemide ama o geminin bambaşka katlarında, kamaralarındayız. Ne aynı lokantada yemek yiyoruz, ne aynı pistte dans ediyoruz. Birimiz birinci mevkide, birimiz kazan dairesinde yolculuk ediyor. Birileri de filika ve güvertede uyumaya çabalıyor.
O ‘birinci mevki’ uygulaması ortadan kaldırılır, kazan dairesinde çalışanla diğerleri aynı lokantada aynı yemeği yer, aynı yumuşaklıkta yastığa koyar başlarını, aynı kapıdan girer çıkarlar… O zaman ‘hepimiz aynı gemideyiz’ varsayımı ve dileği, sahtekârlık olmaktan çıkar.
Aksi takdirde, zevzekliğin, arsızlığın âlemi yok…
Kaynak: Diken
Başka Bir Denizli… Başka Bir Ülke… Başka Bir Dünya… MÜMKÜN…