Mustafa Durmuş

BÜYÜME VE ETKİNLİK HEP ÖN PLANDA

Bu programlarda “etkinlik”, “verimlilik” ve “büyüme” gibi hedefler hep ön planda tutuluyor. Toplumun bir bütün olarak ekonomik refahı bu kavramlara indirgendiğinde “adaletli, hakkaniyetli bölüşüm”, “gelir dağılımı eşitsizliği ile mücadele” gibi kavramlara yer verilmiyor ya da bu kavramlar ikinci planda yer buluyor.

Kuşkusuz kaynakların insan ihtiyaçlarına göre kıtlaştığı, sosyal olarak faydalı emeğin giderek azaltıldığı bir durumda kaynakların verimli kullanılması ya da etkinlik israfa tercih edilmelidir. Ancak bu programları hazırlayan burjuva iktisatçılarının aksine, bizler, onların görmezden geldikleri ekonomik adalet ve ekonomik demokrasi gibi konuları etkinlik sağlamak için feda etmek zorunda değiliz.

Kaldı ki toplumsal iyiliği, ekonomik ve sosyal refahı GSYH büyümesine indirgemek ve onun büyüme hızı ile açıklamak artık ana akım iktisatçıların bir kısmı tarafından dahi giderek terk edilen arkaik bir yöntem haline gelmeye başladı.

Örneğin bir çalışmaya göre (1), toplumun iyilik hali milli gelirin yüksekliğinin yanı sıra bu gelirin adaletli dağılımı, yaratılan istihdamın kalitesi, kimlik ve inançların özgürce var olabilmeleri ve haklardan eşitçe yararlanabilmeleri ve yoksulluğun ortadan kaldırılması ile ilişkilendirilmeli.

Çünkü biz verimli ve adaletli bir ekonomiden şunları bekleriz: Ekonomi, sosyal emeğin fayda ve maliyetlerini adilce dağıtmalı, adaletli bir ekonomi olmalı, insanların kendi ekonomik yaşamlarını etkileyen kararların alınmasında etkili olabilmelerine izin vermeli, insani yaratıcılığı, işbirliği ve empatiyi güçlendirmeli, insani ve doğal kaynakları etkince, israf etmeden kullanmalı ve kavramda tam olarak uzlaşmasak da, sürdürülebilir bir gelişme ve büyümeye olanak sağlamalıdır (2).

IMF’Lİ KEMER SIKMA PAKETLERİNDE NELER VAR?

Yapısal uyarlama programları ve buna uygun yapısal reformlar ya da sektörel-mikro reformların aslında halk için kemer sıkma program ve politikaları olduğunu vurguladık şu ana kadar. Bunun için yakın zamanda uygulanmış bazı IMF’li bu türden programlara bakmak yeterli.

YUNANİSTAN

2010 yılında IMF ve AB, krizdeki Yunanistan’a 110 milyar avroluk birinci destek kredisi karşılığında bu ülkeye şunları dayatmıştı: 2014 yılına kadar kamu sektöründe çalışanların ücretleri dondurulacak (3), kamusal istihdam ve halka dönük kamusal harcamalar ciddi biçimde azaltılacak, erken emeklilik uygulamasına son verilerek emeklilik yaşı önce 65’e, daha sonra da 67’ye çıkartılacak.

Bu çerçevede kamu çalışanlarının ücretleri yüzde 15–20 oranında düşürüldü, KDV ve ÖTV oranları artırıldı, kamu harcamaları yüzde 10 azaltıldı. Çocuk ve yaşlılara dönük kamu harcamaları yüzde 35 oranında düşürüldü. Toplu sözleşme görüşmeleri rafa kaldırıldı, işten çıkartmalar kolaylaştırıldı ve kamusal eğitim harcamaları daha da kısıldı (4).

İRLANDA

Yunanistan’ın ardından krize giren İrlanda’da ise dönemin hükümeti, Kasım 2010’da IMF ve AB tarafından onaylanan 85 milyar avroluk kurtarma paketinin karşılığında, bütçe açığını AB’nin belirlediği seviyeye indirebilmek için, dört yıllık kemer sıkma programı açıkladı. Hedef 15 milyar avroluk tasarruf yapmak olarak belirlendi. Bunun için kamu harcamalarında 10 milyarlık bir kesintiye ve vergi gelirlerinde 5 milyarlık bir artışa gidilecekti. Program hedeflerinin yüzde 40’ının 2011 yılında gerçekleştirilmesi öngörüldü. Bu çerçevede kamusal sağlık harcamalarından 1,4 milyarlık bir kesinti yapılacak ve standart katma değer vergisi oranı olan yüzde 21 kademeli olarak yüzde 23’e yükseltilecekti (5). Asgari ücret düşürülürken, yüzde 12,5 oranında uygulanan kurumlar vergisi oranına dokunulmayacaktı (6).

Kısaca İrlanda’da uygulanacak olan kemer sıkma politikalarıyla aralarında öğretmenlerin, hemşirelerin de olacağı binlerce kamu çalışanı işsiz kalacak, binlercesinin ücretleri azaltılacaktı. IMF bankacılık sektöründe güveni tesis etmek için zor durumdaki bankalara nakit yardım yaparken, emekçiler ise daha fazla vergi ödeyeceklerdi (7). Bunların hepsi gerçekleştirildi.

Aslında kemer sıkma önlemleri krizde olan ülkelerle de sınırlı kalmadı. Krizi fırsat bilen G–20 ülkelerinin hükümetleri, G-20 toplantılarında alınan kararların ardından, Portekiz’den Letonya’ya, Kanada’dan Fransa’ya ve ABD’ye kadar başta Avrupa ülkeleri olmak üzere pek çok ülke hükümeti çok sert kemer sıkma tedbirleri uygulamaya başladılar.

ALMANYA

Örnek olarak Almanya 2010 yılında 80 milyar avroluk kamu harcama kısıntısı ve vergi artışını onaylarken, Fransa emeklilik yaşının artırılacağını ilan etti. İtalya ilk paketle 25 milyar avroluk, İspanya 15 milyar avroluk kemer sıkma programı ve Portekiz ise 2011 yılına kadar bütçe açığını yüzde 4,6’ya indirecek önlemler alacağını ilan etti (8).

ARJANTİN

Arjantin önce 2001 ve ardından 2015 yılında, yani 13 yılda ikinci kez dış borçlarıyla ilgili olarak borç geri ödeme güçlüğüne (temerrüde) düşmüştü. İlk krizde ödenmesi gereken dış borç miktarı 100 milyar doları aşarken, ikinci krizdeki borç miktarı bunun altıda biri yani 15 milyar dolardı. İlkinde hükümetin moratoryum ilan etmekten başka çaresi yoktu, zira bu borçların faizini dahi ödeyebilecek gücü yoktu. İkincisi ise biraz farklı gelişti. Faizi ile birlikte yaklaşık 15 milyar dolarlık ve oldukça tartışmalı bir borcu Hükümetin reddetmesiyle ülke teknik olarak temerrüde düştü (9).

Arjantin son krizden 3 yıl sonra, geçen ay ulusal para birimi bir gecede dolar karşısında yüzde 15 değer kaybedince, bunun üzerine faiz oranı yüzde 40’a fırlayınca,   tekrar krize girdi. Bunun sonucunda dış borç ödemelerini yapabilmek için IMF ile masaya oturdu ve 3 yıl süreli 50 milyar dolarlık bir standby kredisi aldı. IMF’nin yeşil ışığı ile beraber diğer uluslararası bankalar önümüzdeki yıl 6 milyar dolarlık bir kredi vereceklerini açıkladılar.

IMF anlaşmasının içinde Arjantin hükümetinin yüzde 2,7 civarındaki faiz ödemeleri dışındaki bütçe açığını gelecek yıl yüzde 1,3’e düşürmesi, mevcut yüzde 28’lik enflasyonun 2021 yılına kadar kademeli olarak yüzde 9’a düşürülmesi, Merkez Bankası’nın bağımsızlığı, şartı var. Bu da bu yılki büyüme oranının yüzde 1,3’e kadar düşeceği, bu tedbirlerle halkın daha fazla kemer sıkacağı anlamına geliyor. Yani sosyal yardımlar ve sübvansiyon biçimindeki destekler azaltılacak. (10).

TÜRKİYE: OLASI BİR PROGRAM SERMAYEYE DESTEK SAĞLARKEN, HALKA KEMER SIKTIRACAK

IMF’ye gitmek Türkiye açısından, borçlarını döndürebilmek ve döviz sorununu aşabilmek için bu kurumdan doğrudan ve dolaylı bir biçimde yüksek miktarda kredi almak anlamına geliyor.

IMF açısından ise Türkiye’nin, alacağı acil önlemlerin yanı sıra, yapısal uyarlama programlarının (ya da yapısal reform adı altında yukarıda sayılan önlemleri) hayata geçirilmesi demek.

Ancak şu ana kadar Türkiye IMF ile 19 kez standby imzalayıp bu programları uyguladı. En son 2005 yılında anlaşma sağlandı ve destek alındı. Sonrasında malum “IMF’ye borcumuz sıfırlandı” söylemi yaygınlaştı. IMF’ye olan az miktardaki dış borç kapatılırken toplam dış borçların 130 milyar dolardan 453 milyar dolara yükselmesini AKP seçmeni ya anlamadı ya da anlasa da dert etmedi. Sonuçta son   standby’ın üzerinden 13 yıl geçti ve biz tekrar IMF’ye kredi için başvuracak bir duruma geldik ya da getirildik.

YILLARDIR IMF’SİZ KEMER SIKIYORUZ, YENİ PROGRAM NE İŞE YARAYACAK?

Diğer taraftan IMF’nin öngördüğü programa bakıldığında aslında son 15 yıldır, IMF’siz bu programları uygulamakta olduğumuz ya da daha doğru bir deyimle kemer sıktığımız görülüyor.

Yıllardır mali disiplin adı altında sosyal harcamalar kısılırken, vergilerin yükü ÖTV ve KDV ile halkın sırtına bindirildi. Gelir vergisinin dahi üçte ikisi emekçiler tarafından ödeniyor.

Reel ücretlerde gerçek anlamda bir artış olmadığı gibi, özellikle de OHAL altında ücret artışları enflasyonun gerisinde bırakıldı. Emekçiler sendikasızlaştırıldı. Büyük sermaye dışında ülkedeki değişik toplumsal kesimlerin gelirlerinde gerçek anlamda bir artış olmadı.

Ülke sanayisizleştirilirken aynı zamanda da tarımsızlaştırıldı. Tarımda uygulanan neoliberal politikalar sonucunda (ithalatın serbestleştirilmesi, kota ve gümrüklerin kaldırılması) ülkede tarım bitme noktasına geldi.

Uygulanan serbest kur politikasıyla dolar ve avro tarihlerinde görülmeyecek kadar değer kazanırken lira değersizleşti. Uluslararası sermaye hareketlerinin önündeki bütün engeller kaldırıldı. Yabancı sermayeye ve sıcak para yatırımcısına her türlü bürokratik destek verilirken, borsalarda ve tahvil piyasalarında elde ettiği gelirler vergi dışı bırakıldı.

Bu dönemde 51 milyar dolarlık bir özelleştirme yapıldı ve devlet (zor aygıtları dışında) iyice küçültüldü. Başta tütün, çay sektörleri olmak üzere önemli sektörlere ilişkin yapılan sözde reformlarla bu sektörler yerli-yabancı sermayenin kontrolüne bırakıldı.

Ulusal İstihdam Stratejisi altında emek gücü piyasalarına dönük olarak her türlü serbestleştirme, esnek çalışma, güvencesiz istihdam ve sendikasızlaştırma pratiğine ve taşeronlaştırmaya izin verildi.

Kısaca AKP iktidarları, son 15 yıldır IMF olmaksızın IMF programını ve ilgili politikaları hayata geçiriyor. Gelinen nokta ise 2001 krizinden daha kötü bir krize doğru hızla giden bir ekonomi. OHAL, feda edilen kuvvetler ayrılığına dayalı parlamenter demokrasi, hak ve özgürlükler de işin cabası.

Hükümetin çok uzak olmayan bir tarihte IMF’nin kapısını çaldığında, ihtiyaç duyduğu desteği, krediyi alabilmek için “sosyal güvenlik reformu” ve “kıdem tazminatlarının kaldırılması” dışında elinde IMF’ye sunabileceği her hangi sözü ya da önerisi yok. Çünkü bunların büyük bir kısmı son 15 yılda tüketildi.

Aynı sorun 24 Haziran sonrasında olası bir muhalefet koalisyon hükümeti için de geçerli.

Muhalefet partilerinin kuracağı olası bir koalisyon hükümeti, ekonomideki bu büyük tahribatı yönetmeyi amaçlayan, IMF’li ya da IMF’siz bir programı hayata geçirirken, kemer sıkmayı sürdürüp, bazı kesimlerin kendilerinden beklediği “kestaneleri ateşten almak” görevini mi yerine getirecek, yoksa “siyaset tercih yapmaktır” ilkesinden hareketle, halka değil, devlete, büyük sermaye gruplarına, rantiyeye mi kemer sıktıracak bir program uygulayacak? Böylece faturayı bu krize neden olanlara ödetirken, toplumun büyük bir kesimine ve ekonomiye nefes almasını sağlayabilecek mi?

Şu anda geniş kitlelerin merak ettikleri asıl konu bu.

devam edecek…

……..

  1. Wellbeing and the Role of Government (Edt. Philip Booth), and the Pursuit of Happiness, The Institute of Economic Affairs (IEA), 2012.
  2. Robin Hahnel, The ABCs Of Political Economy, A Modern Approach, Pluto Press, 2002, s. 20.
  3. Eylül ayında alınan bir kararla kamu çalışanlarının yılda bir aylık maaşlarına el konuldu.
  4. League for the Fifth International, “Greek workers are the vanguard of resistance”, http://www.fifthinternational.org, (30 April 2010).
  5. Anlaşmanın yapıldığı günlerde Microsoft, Hewlett-Packard, Bank of America, Merrill Lynch ve Intel gibi dev tekeller yüzde 12,5’luk kurumlar vergisi oranı ile Avrupa’nın en düşük kurumlar vergisi oranına sahip bulunan İrlanda’yı bu oranı yükseltmemesi konusunda uyardılar.
  6. Osman Şenkul, “Kaplan, kuyruğunu bankalara kaptırdı”, Radikal Gazetesi, www.radikal.com.tr. (25 Kasım 2010).
  7. Keenan Brendan, Walsh Anne Marie and Sheahan Fionnan, “Public servants face pay and jobcuts as the IMF moves in”, http://www.independent.ie, (19 November 2010).
  8. Oakley David and Garnham Peter, “Austerity pros and cons preoccupy markets”, www. ft.com. (28 June 2010).
  9. http://mustafadurmusblog.blogspot.com/2015/03/arjantin-dis-borc-krizi-kapitalizm-ici.html.
  10. https://www.independent.co.uk/news/world/americas/imf-standby-loan-inflation-argentina-economic-crisis-mauricio-macri-a8388906.html.
  • Hakkımızda
  • Künye

 

Başka Bir Denizli… Başka Bir Ülke… Başka Bir Dünya… MÜMKÜN…